Erdoğan Tokol – İstanbul Beyefendisi Bir İstanbulsporlu

Erenköy’de yirmi beş yıl kadar önce aramızdan ayrılan eski Beykozlu futbolcu Ziyaettin Baydar’ın adını taşıyan çıkmaz sokağa giriyoruz. Sokağın sonunda Mortaş adını taşıyan bir apartman. Apartman yapılmadan önce buradaki ahşap konakta İhsan Baydar, yani Ziyaettin ve Bahattin Baydar kardeşlerin kuzeni oturuyormuş. Kendisi de çok vakitsiz denecek bir yaşta aramızdan ayrılan, adı geçtiğinde bütün futbolcu meslektaşlarının saygıyla andığı İhsan Baydar kendi arsasında yapılan apartmana büyük sevgi ve saygı beslediği, unutulmaz İstanbulspor antrenörü Ali Mortaş’ın adını vermiş. Kısacası futbolumuzun geçmişiyle dolu bir ortam söz konusu. Bu apartmanın sakinlerinden biri de bir zamanlar merhum İhsan Baydar’la birlikte aynı takımda mücadele eden arkadaşı Erdoğan Tokol.

Duruşuyla, tavırlarıyla, konuşmasıyla karşımızda nesli tükenmek üzere olan bir İstanbul beyefendisi olduğunu görüyoruz. Nitekim sohbet ilerledikçe beyefendiliğin temel vasıflarından biri olarak kendi futbolculuğundan son derece mütevazı bir havayla bahsediyor. İstanbul’un eski semtlerinden Cerrahpaşa’da dünyaya gelen Tokol, çocukluk yıllarını, futbola olan sevgisini anlatırken bizi de o günlere götürüyor. Araya fazla girmeden aktarıyoruz:

“1933’te İstanbul’un Cerrahpaşa semtinde doğdum. Yokuşçeşme sokağındaki bir evde doğmuşum. Ailenin tek çocuğuydum. Bir yaşına kadar o semtte kalmışım. Sonra Sarıyer’e gitmişiz. Sekiz sene Sarıyer’de kaldık. Babam balıkhanede kabzımaldı. Babamın işi icabı oraya taşınmışız. İkinci Dünya Savaşı patlak verince babamı tekrar askere aldılar. O zaman tekrar mecburen İstanbul’a taşındık ve yine Cerrahpaşa’ya geldik. Davutpaşa Ortaokulunda okumuştum. Aramızda oraya “tekke” derdik. Çok enteresan hocaları vardı. Orada top peşinde koştururduk. Çok zayıf olduğum için doktor yasaklamış top oynamamı. Yemek için verilen aralarda ne yiyoruz ki. Kantin gibi bir yer vardı, oradan helva-ekmek yerdik öğlen yemeği niyetine. Yemeği bir an önce yiyip top oynama derdindeyiz. O yüzden teneffüslerde bahçede herkes top oynarken hadememiz Fettah Efendi oynamayayım diye kömürlüğe kapatırdı beni. Meğer annem babam tembihlemiş.”

Soldan itibaren Cafer Okan, Erdoğan Tokol
ve Kenan Buharalı 1955’te İnönü Stadında.

“İlk takımım Davutpaşa semtinin kulübü olan Gayretspor’du. Yedikule’de Arapkuyusu diye bir saha vardı. Demiryoluna yakın, çukurda bir sahaydı. Gerçi saha demeye bin şahit isterdi tabii ama hep orada oynardık. Gayretspor’un başkanı Davutpaşa hamamını işleten Hidayet’ti. Gayretspor’un bile birinci ve ikinci takımı vardı. Oynamaya hevesli çoluk çocuk çoktu. Orada evvela ikinci takımda başladım, sonra birinci takıma geçtim. İnönü Stadının açıldığı zaman Beşiktaş bir İsveç takımıyla oynamıştı. O maçı seyretmeye gittik. Hatta maç bitince sahayı açtılar, bütün seyirciler sahaya girdik, çimlere, çizgilere baktık. Bu millette futbol sevgisi bambaşkaydı o zaman, o çimleri okşadık. ‘Ah ben de şu çimlerde oynasam,’ demiştim o gün. Ertesi yıl o sahada oynadım. Futbol oynayacak bir bünyeye sahip değildim aslında. Tekniğimi beğenirlerdi. Topla oynamayı severdim. Hatta fazla oynadığım için idareciler bir top da buna verin derlerdi. Yazın oynardık maçlarımızı. O zamanlar semt takımlarının maçları lig maçlarından daha çok ilgi çekerdi. Bir kere her adanın bir takımı vardı. Lefter de oynadığı için bayağı seyirci toplardı bu maçlar. Mesela Şehremini’de Altınok, Çapa gibi kuvvetli takımlar vardı.”

“Kapalıçarşı’nın Beyazıt girişinin yanında Bitpazarı vardı. Ne isterseniz orada bulabilirdiniz veya neyiniz varsa satabilirdiniz. Oraya gidip ayağımıza uygun top ayakkabılarını alırdık. İlk top ayakkabım oradandı. Bu arada ben bir maçta oynarken babam anneme hadi gidip şunu seyredelim demiş. Beni seyrettikten sonra, ‘Bırak oynasın, bu işi becerecek galiba,’ demiş. Ondan sonra top oynamama yönelik müdahaleler azaldı. Bunu yıllar sonra anlattılar bana. İstanbulsporlu Ali Mortaş Arapkuyusu’na gelip o maçlarda oynayan çocukları seyredermiş. Bir gün beni İstanbulspor’a çağırdı. Ali Abi aynı zamanda antrenördü, takımı çalıştırıyordu. Sonra ben antrenör oldum o idareci oldu. Aradan zaman geçti, benim nikâh şahidim de oldu rahmetli. On yedi-on sekiz yaşlarında İstanbulspor’a geldim. O zamanlar mesela Dolmabahçe’de İstanbulspor Galatasaray’la oynuyor diyelim. Aynı gün B takımları da mesela Şeref Stadında maç yapardı. Ben de öyle başladım. Birinci takımımız Galatasaray’la oynadı, biz de B takımı olarak maç yaptık. Benim için büyük bir olaydı tabii. Beni orta haf oynattılar. Etrafımızdaki arkadaşlarımızı daha yeni tanıyoruz. Galatasaray’ın yedek futbolcuları filan dahil kuvvetli bir kadrosu vardı, 8-2 yendiler bizi. Çok üzüldüm. Fizik olarak çok zayıftım o zaman. Müdafaada oynadığım için bu farkta kendimi suçlu hissediyordum. Fakat ertesi hafta çok enteresan bir şekilde beni birinci takımda sağ açıkta oynattılar. Ciğerlerim patlayacaktı, sağ bek, sol açık mevkileri dahil bir dakika durmadım.”

1955-1956 sezonunda İstanbul 1. Profesyonel Lig 4.sü olan kadromuz. Ayaktakiler (soldan): İbrahim Toker, Alaattin Güloğlu, Sabih Sünter, Sedat Kutluad, Metin Kınay, Kenan Buharalı. Oturanlar: Zeki Tokdemir, Kadri Kartal, Aydemir Nemli, İhsan Baydar, Erdoğan Tokol.

“Ertesi hafta Fenerbahçe maçı vardı. Bu sefer beni sol iç oynattılar. İki ayağımı da kullanırdım ama sert şut atamazdım. Bol bol çalım atardım. Zaten bizim o zaman oynadığımız top mop değildi. Ne sahası saha, ne topu toptu. Bütün futbolcular aman havadan top gelmesin diye dua ederdi. O zamanki topların ağzı dikişliydi. Orası denk geldi mi, bütün futbolcuların kafası yarılırdı. Şimdi bambaşka tabii. İstanbulspor’da on sene oynadım. Başka hiçbir takımda da forma giymedim. İlk başladığımda dört sene sol iç oynadım. Sonra İhsan’ı sol bek diye transfer ettiler. Çok güzel şut atardı. Topa iyi vuran ender futbolculardandı. Böylece onu sol içe koydular. Ben geriye çekildim ve hem sağ hafta hem sol hafta oynadım.”

“İstanbulspor’a beni ilk aldıkları zaman ayda 40 lira veriyorlardı. Benim geldiğim sene profesyonellik çıktı. Her takımda o zaman altı tane oyuncunun profesyonel oynaması şarttı. Profesyonel olana 105 lira veriyorlardı. Kulüp bana da profesyonel olmamı teklif etti. Dünya benim oldu. Türkiye çapında otuz bir numaralı profesyonelim ben. Yalnız o zaman en az bir en çok beş sene profesyonel mukavele yapılıyordu. Bana beş sene mukavele yaptılar. Beni seviyorlar ki çok yaptılar diye düşündüm. İki sene de uzatma hakkı vardı, oluyor yedi sene. Ben o 105 liraya yedi sene oynadım. Ondan sonra da zaten antrenör yaptılar. Bu sefer ben cepten vermeye başladım! Babam ben yirmi bir – yirmi iki yaşlarındayken vefat etmişti. Futbol oynarken baba mesleğini de sürdürdüm. Balıkhane o zaman Eminönü’nde, Haliç kıyısındaydı. Oradan Unkapanı’na taşındı. Futbolculuk ve antrenörlük hayatım boyunca yine Cerrahpaşa’da Yokuşçeşme sokağında oturdum.”

“İstanbulspor’a geldiğim zaman takım kaptanı rahmetli Aydemir Nemli’ydi. Onunla çok iyi arkadaş olduk. Sonradan antrenörlüğü ben ondan devraldım. Benim antrenörlüğüm de akıl alacak gibi değildir. Aklımda hiç yoktu. Bir zamanlar lig iki gruba bölünmüştü. (1962-63 sezonu) On birer takımdan iki grup vardı. Her grupta son iki takım küme düşüyordu. O sene takımın başında Aydemir vardı. İlk devre bittiğinde biz sondan ikinci takımdık. Çok kötü durum olunca ne yaparlar? Antrenörü değiştirirler. Aydemir’i de değiştirmeye karar veriyorlar. Kim gelsin? Erdoğan kaç senedir oynuyor. Aydemir de beni son zamanlarda pek oynatmıyordu zaten. Çocukları tanıdığı için Erdoğan’ı getirelim diyorlar. Bir gün idmana geldim. Beşiktaş’la maçımız vardı. Benim oynayıp oynamayacağım belli değildi. Çocuklar sahaya çıkmamışlardı. Şeref Stadının yanında havuz vardı, hepsi havuzun orada duruyordu. Birkaç da idareci vardı. Yanlarına gittim. Bir idareci, ‘Al şu düdüğü, herkes seni bekliyor, çık takımı çalıştır,’ dedi. ‘Aydemir ne olacak?’ diye sordum. ‘Onun da haberi var,’ dediler. Çok şaşırdım tabii, ben idman yapmaya geliyorum, al takımı çalıştır diyorlar. Şaşırdım kaldım, hepsi arkadaşım.”

“Sonuçta maça çıktık, Beşiktaş’la 1-1 berabere kaldık. Hatta Beşiktaş’ı kurtardılar elimizden. O sezonun sonunda Beşiktaş grubu birinci, biz ikinci bitirdik. Ondan sonra İstanbulspor’da dört sene antrenörlüğe devam ettim.” Antrenörlüğe getirildiğiniz zaman takımda tepki oldu mu diye soruyoruz. Erdoğan Tokol gülerek cevaplıyor: “Hepsi bayram yaptı ben gelince. Aydemir çok temiz kalpli, açık yürekli bir insandı ama aynı zamanda çok sinirliydi. Oynarken de takımı çalıştırırken de saha içinde futbolcuya hatasını pat diye yüzüne söylerdi.” İlk idmanda zorlanıp zorlanmadığını soruyoruz: “Hayır, çok da hoşuma gitti. Çabuk uyum sağladım.”

Söz idmandan açılmışken o zamanki idmanların nasıl yapıldığını soruyoruz: “İdmanlarımızı haftada iki gün genelde Şeref Stadında yapardık. Mesela sabah 8’den 10’a kadar Beyoğluspor, 10’dan 12’ye kadar İstanbulspor, sonra da Beşiktaş idman yapardı. Yarım saat koşardık. Biraz jimnastik, biraz da çift kale tamam – idman biterdi. Sonradan federasyon antrenör kursları açtığı zaman çok faydasını gördük. Bir şey bilmezdik ki biz; dediğim gibi, koş, çift kale yap, git. Verkaç, duvar pası gibi uygulamaları hiç bilmiyorduk. Kurslarda öğrendiğimizi futbolcularımıza öğrettik.” Erdoğan Tokol federasyonun 1964’te Manisa’da düzenlediği ilk kursa katılmış. Ünlü Alman antrenör Sepp Herberger’in yardımcısı Klaus-Peter Kirchrath’ın nezaretinde teorik ve pratik konularda sıkı bir eğitimden geçmiş Türk antrenörleri. Bu kurstan önce eski futbolcuların alaylı denilen tarzda, genelde oynadıkları takımlarda antrenör olduklarını hatırlattığımızda gülerek kendisini örnek veriyor: “Benim gibi mesela – idman yapmaya geliyorsunuz, düdüğü alıp takımı çalıştırıyorsunuz.”

Manisa’daki kurs sırasında bir maç molası. Ayaktakiler: Aydemir Nemli, Basri Dirimlili, Galip Haktanır, Yüksel Doğanay, Nusret Ükten, Cihat Arman. Oturanlar: Esat Kaner, Erdoğan Tokol, ? , Selahattin Ünlü. Selahattin Torkal.

“Antrenörlüğüm zamanında birçok İstanbulsporlu diğer takımlara gitti. Yılmaz’ı ben bulup çıkarttım mesela. Şehremini kulübünden gelmişti. Ercan ben daha oynarken bizim genç takımımızda oynuyordu. Askere gitti. Ben antrenör olduğumda askerden gelmişti. Ben onu doğrudan A takıma aldım. Sonra kulüp Yılmaz’ı da Ercan’ı da yüksek paralara Fenerbahçe’ye sattı.” Kendisinin milli takımda oynayıp oynamadığını sorduğumuzda hiç milli olmadığını belirtiyor. O zamanlar milli takımın üç büyüklerin tekelinde olduğunu hatırlattığımızda yine tevazuyla cevap veriyor: “O üç takımda oynayan futbolcularla diğer oyuncular, hele benim gibi bir oyuncu arasında çok fark vardı. Ben de sol iç oynuyorum Lefter de sol iç oynuyor, gelin de şimdi bunu ölçün bakalım.”

Açılışında sahaya inip çimlerini hayranlıkla okşadığı İnönü Stadının yıllar içinde ne hale geldiğini şu anısıyla açıklıyor: “Dolmabahçe stadında bir ara konkurhipik müsabakası yapıldı. Hatta biz de seyretmeye gittik. Kısa bir süre sonra maç oynanacaktı. Çıktık maç yapıyoruz, galiba Fener’le oynuyorduk. Oynarken sağ bek Nedim’le kafa kafaya çarpıştık. Kaşım yarıldı. Haftaym oldu içeri girdik. Sağlık memuru geldi, beni sıhhiye odasına çağırdı. Tetanos iğnesi yapacağım dedi. Niye diye sordum. Kaşın kanıyor, atlar koştu burada, mikrop kaparsın diye cevap verdi. Böylece haftaym da tetanos iğnesini yedik. Futbol sahasında at koşturulup da ondan sonra futbolcuya iğne yapılır mı? Bu dünyanın neresinde var acaba? Şimdi oynayanlar yatıp kalkıp hallerine şükretsinler.”

İstanbulspor’dan ayrıldıktan sonra Bandırmaspor’u çalıştırmış Erdoğan Tokol: “Bandırmaspor yeni kurulmuştu. Balık işinden dolayı Bandırma’yla ilişkim vardı. Eski milli futbolculardan Çetin Zeybek Bandırmalıydı. Oranın esnafı beni tanıdığı için ismimi vermişler. Bir gün Çetin Zeybek’le birlikte birkaç balıkçı arkadaş İstanbul’a geldiler. ‘Yeni takım kurduk, bize gel,’ dediler. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir takım. Balık işiyle ilgili olduğum için balıkçı arkadaşlar, ‘Biz senin balık işlerini hallederiz,’ dediler. Balıkhanedeki işimi mahalleden bir arkadaşıma bıraktım. Böylece ailecek Bandırma’ya gittik. Orada antrenörlüğüm ikişer seneden iki ayrı dönemde dört sene sürdü.”

Bandırmaspor yedek kulübesi (Soldan): Mustafa Kılkışlı (genel kaptan), Erdoğan Tokol, Çetin Zeybek, yedek kaleci Taner.

1967-68 sezonunda başlayan birliktelik hem onda hem Bandırmalılarda hoş anılar bırakmış: “Bandırma’da çok severler beni. Geçenlerde bir arkadaş geldi, konuştu benimle. Bu evi Bandırmalılar aldı bana. Ben kulüple anlaştığım zaman yolum Çiçek Pasajına düşmüştü. Şurada bir bira içeyim dedim. İhsan’la orada buluştuk, o da bırakmıştı o sırada futbolu. Bandırma’ya gideceğimi söyledim. Bu evin eski halini bilirim, ahşaptı o zaman. Buradan deniz gözükürdü. Sayfiye yerleriydi hep buralar, in yok cin yok. ‘Ben bir apartman yaptırıyorum. Gel sana bir daire vereyim. Bana da para lazım, bir çivi alacak para kalmadı,’ dedi İhsan. ‘Ben nasıl para vereyim sana?’ diye sordum. ‘Bandırma’ya gidiyorsun, iste onlardan verirler,’ dedi. Peki dedim. Bandırmalılara dolaylı yollardan çıtlattım. Derhal dediler. Miktarını da söyledim 40 bin lira diye. O zaman için çok paraydı ama burası da 100 bin liraydı. Üstünü de taksit taksit balıkhaneden gelen parayla ödedim. İyi ki almışım o zaman burayı.”

Bandırmaspor dışında dört sezon da Şekerspor’u çalıştırmış ve 1971-72 senesinde tekrar Türkiye 1. Ligine çıkarmış. Şekerspor’un o dönemdeki ünlü oyuncusu Arap Güngör’ün de antrenör olmasını sağlamış: “Güngör’ü de antrenörlüğe ben teşvik etmiştim. ‘Ben burada kalıcı değilim,’ dedim. Şekerspor camiası onu çok severdi. ‘Benim yardımcım ol, ben gidince sen devam edersin,’ dedim. Fakat yardımcım olduğu takdirde futbolu bırakmasını istemiştim. Öyle adamlara futbolu bıraktırmak kolay olmuyor. Senelerce oynamaya alışmış, bırakınca yıkılır gider. Fakat antrenör yardımcı olursa, takımına başka gözle bakar. Nitekim Güngör sezon ortasında bıraktı futbolu.”

Oyuncular ve taraftarlarca çok sevilen biri olmasına rağmen Şekerspor’dan sonra başka takım çalıştırmamış: “Antrenörlüğü severek yapıyordum ama bana göre olmadı mı diyelim, yoksa yaşlandım mı diyelim bıraktım ve balıkhanedeki işime döndüm. Ardından trikotaj işine girdim, beş altı sene de o işle meşgul oldum. Sonra kendimi emekliye ayırdım.”

Son sözü üstat İslam Çupi’ye bırakıyoruz. Şekerspor’un 1972’deki 2. Lig şampiyonluğu ardından şu satırları yazmış: “Erdoğan Tokol Şekerspor’u ‘cadı kazanı’na benzeyen bir ligden silik olarak alıp şampiyon yapmıştır. Tokol takımı büyüdükçe kendisini ufaltan adamdır. 25 yıllık arkadaşıma gazeteci olduktan sonra tek kahve içirememişimdir. Bir gün tutar da ‘Erdoğan Tokol’ ismini yazarım diye. Şekerspor’un şeref turu fotoğraflarına baktım. Bir tekinde Tokol yok. Getiremezsin böyle bir panayıra Erdoğan’ı. Çünkü Tokol resimlerdeki sahte yılışıkların fonunda değil, futbolun içinde yaşayan insandır.”*

İslam Çupi’nin şeref turu fotoğraflarında Erdoğan Tokol’a rastlamaması gibi biz de fotoğraf temin etmekte güçlük çektik. Kendisi fotoğraflarını saklamadığı için bulabildiğimiz kaynaklardan yararlandık. İstanbulspor dönemi için takım arkadaşı Kenan Buharalı’ya, Bandırmaspor dönemi için Bandırmalı eğitimci Sayın Levent Tavgaç’a teşekkür ederim.

* İslam Çupi, Mağlubu Anlatmak, derleyenler: Barış Karacasu-Yavuz Yıldırım, s. 135 (1 Haziran 1972 tarihli Tercüman gazetesinden alıntı).

28 Eylül 2014 Pazar

Dinyakos

One thought on “Erdoğan Tokol – İstanbul Beyefendisi Bir İstanbulsporlu

  1. Sayin Erdogan Tokol ile 1957,58,59,60 senelerinde Balikhanede birlikteydim, insallah beni hatirlar…… Ismim Berc, kabzimal Agya nin ogluyum. Erdogan agabey cok efendi, ve cok munterem bir insandi. Lütfen onun hakkinda bana malumat verin. Tesekkürler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir