Ölümsüz Efsane Bilge Tarhan

Ölümünün 2. yılında (7 Ekim 2016) Bilge Tarhan’ı şükranla anıyoruz. Anısına 2014 Kasım ayında İlhan Özgen’in Toprak Saha için yapmış olduğu bir söyleşiyi yayınlıyoruz.

Biz Sorduk İstanbulspor’un Bayrak Adamı Bilge Tarhan Cevapladı

Bilge Tarhan, 1941 yılında PTT memuru olan babasının görev yaptığı Adana’da dünyaya geldi. Babasının işinden dolayı önce Karaman ve Konya’da geçti çocukluğu. Futbolla tanışması da bu Orta Anadolu şehrinde oldu. Sadece futbolla mı tanıştı? Hayır. Bir de atletizm geçmişi vardı Bilge Tarhan’ın. 1959 yılında İstanbul’a, İstanbulspor’a gelen Bilge Tarhan, beyin kanaması geçirip zorunlu olarak futbola veda ettiği 1971 yılına kadar aralıksız 12 yıl takımının formasını giydi. Kulübün simge isimlerinden biri oldu. Biz de ‘Bayrak Adamlar’ sayımızda ona, onun anılarına misafir olduk.

Sizi İstanbulspor’daki futbolculuk kariyerinizle hatırlasak da aslında daha önceleri de var: Konya ve atletizm günleriniz…

Bizim ilkokulun çevresi 200 metreydi, onun çevresinde yarış yapardık. Ben orada herkesi geçerdim. Ondan sonra mahalle arasında futbol oynamaya başladım. O yıllarda mahallenin de kaptanıydım. Kendimden büyüklerin kaptanıydım yani. Hatta bizim orada bir park vardı, parkın ağaçlarıyla verkaç yapardım. Futbolculuğumda da verkaçı iyi yapardım.

Babanız ne derdi bu duruma? Memur bir aileden geliyorsunuz. O zamanlar futbol oynamak biraz farklı karşılanırmış.

Babam beni çok döverdi futbol oynadığım için. Futbol oynamamı istemezdi, mühendis olmamı isterdi. Eskiden lastik ayakkabılar vardı, altı tırtıklı. Yine bir gün babamla işten çıkıp beraber o ayakkabılardan almaya gittik. Aldık geldik, ben hemen sokakta futbol oynamaya başladım. Akşam babam eve geldi, ayakkabıların altına bir baktı. Dümdüz! Tırtıkların hepsi gitmiş. Üç gün sonra da altı delindi zaten, ama o ayakkabılarla ayağım kan toplaya toplaya oynamaya devam ettim futbolu. Fakirlik işte, memur çocuğuyduk. Babam ben 15 yaşındayken öldü, o öldükten sonra iki kız kardeşim vardı, onları okuttum ben de inşaat mühendisi oldum. Bu arada lisedeyken bir taraftan futbol oynuyorum, bir taraftan da atletizm yarışlarına katılıyordum. Hatta bir yarışta kulvarda yer yoktu, ben de çimlerden koştum ve birinci oldum.

O dönemde atletizmin yanında futbolda da başarılısınız, hemen transfer teklifleri geliyor o yıl…

O yaz iki takım beni almak istedi; Konya Gençlerbirliği ve Konya İdman Yurdu. Ben de İdman Yurdu’nu seçmeyi düşündüm. Çünkü takımın antrenörü dedi ki “Sana hem 1000 lira vereceğiz hem de seni atletizm yarışlarına götüreceğiz.“ İyi paraydı. Ama Gençlerbirliği‘nden Ali İhsan Ağabey devreye girdi ve “Sen yarışlara git sonra dönüşte bize gel, biz sana iş bulacağız” dedi. Ben de kabul ettim ve Bursa’daki yarışlara gittik. Hiç kimse kazanmamı beklemiyordu ama birinci oldum ama bir daha atletizm yapamadım. Dönünce Konya Gençlerbirliği’nin teklifini kabul ettim. O yıl Şekerspor şampiyonluğa oynuyor, biz de ikinciyiz. Şekerspor’u 3-1 yendik. Maçtan sonra tüm takım bir lokantaya gittik. Yemekleri yedik, masaya en son muz geldi. O zamanlar fakiriz, muz gördüğümüz yok. O zamanlar üst dairede mühendis bir adam vardı. Eve çocuklarına muz getirdi ara sıra, biz de o muzların kabuklarını görürdük sadece. Ben hemen o akşam iki muzu cebime koydum. İki kız kardeşim var ya, onlara götüreceğim. Kaptan gördü bunu ve niye aldığımı sordu. “Kardeşlerime götüreceğim” dedim. Kaptan hemen garsona seslendi. İki kilo muz hazırlattı eve götürmem için. Konya bana çok şey kattı. Hayatta da futbolda da. O zamanlar Konya’nın sahası çimendi biliyor musunuz?

Konya’dan İstanbul’a geliş hikayeniz nasıl dolu?

Beni Konya Gençlerbirliği’ne aldıran Ali İhsan Ağabey, İstanbul’a gelmeme de vesile oldu. Liseyi bitirdikten sonra İstanbul’a gitmek istediğimi öğrenince hemen Beşiktaş’a mektup yazmış. Uzun uzun atletizmdeki başarılarımı, iyi topçuluğumu, golcülüğümü anlatmış. Sene 1959. Beşiktaş’la görüşmeye geldik. O zaman Beşiktaş, Şenol-Birol’ların takımı… Zaten bir idareci de, bu takımda zor yer bulursun dedi. Küçük bir takıma gitmemi tavsiye etti. Ben de İstanbul Erkek Lisesi’ne yani İstanbulspor’a gittim. O zamanki başkan, Ali Sohtorik. Gittik yanına hemen beni genç takıma kaptan olarak aldı. Üstelik 250 lira aylık da bağladı.

O dönem ilginç bir transfer ücreti hikâyeniz de var. Hem de ilk transfer ücretiniz…

Hiç unutmuyorum, ilk İstanbulspor’la görüşmem 23 Temmuz’du. Bir hafta sonra yani 1 Ağustos günü ben maaşımı almaya hemen başkanın yanına gittim. “Niye geldin, 1 Eylül’de gelmen lazım” dediler. Parasızım dedim. Oysa cebimde 250 lira var ama onu da dershaneye vereceğim. Onun dışında geçinmek için param yok. Hemen 250 lira verdiler. Sonra, sezon sonuna doğru kongreye gittim. Bir önceki sezonun bütçesi okunuyor, transfere harcanan para okunuyor: 70.250 lira! İşte o 250 lira benim ilk transfer ücretim oldu (gülüyor).

Siz İstanbulspor’a geldiğinizde, İhsan Baydar gibi önemli oyuncular vardı. Onun dışında sonrada takımla özdeşleşecek isimler var mıydı?

Aydemir vardı. Eski kaptanımız ve antrenörümüzdü aynı zamanda. Erdoğan Tokol vardı, Nazım vardı sonra… Nazım vefat etti. Kasapoğlu vardı. Beyoğluspor’dan gelmişti o da. Kaleci Özkay vardı. Arap Yılmaz, santrhaf Yıldırım vardı. Avukat Günay, Eczacı Türker vardı üniversite okuyanlardan.

A Takım’a nasıl geçtiniz?

Genç takımda da iyi oynadım. Hatta bir gün bir baktım, bütün idareciler tribünde! Oysa genç takım maçına gelmezlerdi. Meğerse beni seyretmeye gelmişler. O gün iyi oynadım, iki gol attım. O zamanlar Maçka’daki İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuyorum. Birinci Lig maçları da öğlen oynanıyor. Okuldan sonra kulübe gittim. Bir baktım beni A Takım’a almışlar. Listede adımı gördüm. Yöneticilerin yanına gittim. Yemek yemişim. Maçtan önce de 3-4 saat önce yemek yememek lazım. Yöneticiler “Tamam. Yarın oynayacaksın, dikkatli ol ama. Git şimdi dinlen” dediler. O akşam da heyecandan uyuyamadım. Ertesi gün tekrar yöneticilerin yanına gittim, heyecandan uyuyamadığımı söyledim. O gün de oynatmadılar. İki üç hafta sonra oynadım ama. İlk oynadığım maç da Beşiktaş maçıydı. Bir de gol attım. Hatta maçtan sonra bir gün oturuyoruz, uzun bir masadayız… Masanın diğer ucuna da Beden Terbiyesi Genel Müdürü var. Yanımıza geldi ve ilk lafı da şu oldu; “Beşiktaş’a gol atan Bilge ayağa kalksın!” Hemen ayağa kalktım. Herkes bana bakıyor. Nasıl mutlu olmuştum anlatamam. Sonra genç milli takıma gittim.

İstanbulspor genç takımı. Ayakta sol başta Nedim Doğan, sağ başta Erkan Velioğlu, oturanlardan kaleci Yılmaz Urul ve ortadaki Bilge Tarhan.

Bir röportajınızda, “Dedem sayesinde genç milli oldum” açıklamanız var. O nasıl oldu?

İlk genç milli maçım Bulgaristan’a karşıydı. 20 Mart 1960. O maçta üç gol attım. Akşamında da dedeme gittim. Elini öpmeye… Dedeme dedim ki; “Dede ben senin sayende milli oldum”. Şaşırdı, “Nasıl?” dedi. Ben aslında 12 Şubat 1941 yılında doğmuşum. Dedem beni bir yıl geç yazdırmış nüfusa. O sebeple yaşım tutuyordu takımda oynamak için. Bunu söyleyince dedem sevinçten ağladı. Genç Milli Takım ile ilgili bir anım da şöyle: Takım kadrosu belli olmuş. Nevzat (Güzelırmak) geldi dedi ki: “Ağabey beni aldılar mı?” Ben de ona: “Senden başka iyi topçu yok ki, sen tabii alınacaksın merak etme.” dedim. Hakikaten de alındı. Antrenör de Necdet Erdem’di hatta…

Sonra bir amatör milli maceranız var.

Ümit millide iyi oynayınca beni hemen amatör milli takıma aldılar. İtalya’ya gittik. İtalyanların Bulgarelli diye bir sağ iç oyuncusu vardı. Solda ona karşı kimse oynamak istemiyordu. Mustafa Ertan vardı, sakatım dedi oynamadı. Selim Soydan vardı, o da oynamam dedi. Ben hemen oynarım dedim. Konya’da zaten solda oynamıştım. Oynadım, Bulgarelli’ye adım attırmadım. 3-1 de yendik İtalyanları. Dört yıldız verdiler bana o maçta. O takımda Selim Soydan ve Ali Artuner de vardı. Sonra Roma Olimpiyatları’na gittik. Orada oynadık. A Milli Takımla da bir maça çıktım. Ümit takımıyla oynatıyorlardı. Bir maç daha yaptılar, son anda iki futbolcu çıkardılar, biri bendim. Benim mevkiimde oynayan Metin Oktay vardı, Güven Önüt vardı.

O dönemde bir taraftan da okula gidiyorsunuz. İkisini bir arada yürütmek zor oldu mu?

Zor oldu. Maçka, lise gibiydi. Yoklama yapılıyordu. Ben de arkadaşlarıma söylüyordum, benim yerime yoklamaya girsin diye. Onları sinemaya götürüyordum bu iyilikleri karşılığında. Bir bakmışım sırayla herkesi götürmüşüm. Yıllar sonra evlendim, eşlerimizle birlikte eski arkadaşlar bir araya geldik. Herkes orada dedi ki “Bilge bizim sayemizde mühendis oldu” (gülüyor)

5 Mart 1960’da bir Adana Demirspor maçınız var. İki gol atıyorsunuz ama sonra atılıyorsunuz. Hatta kariyerinizde oyundan atıldığınız ilk ve son maç oluyor. Bize biraz o maçı anlatır mısınız?

Konya’dayken Ankara’daki liseden bir çocuk gelmişti bir turnuva için. Onunla o maçta zaman dalaşmıştık. Birbirimize girdik ama yumruklaşmadık. Yıllar sonra o çocuk yine karşıma çıktı. Adana Demirspor’da oynuyordu. O maçta da bana sürekli küfür ediyordu. En sonunda dayanamadım “Yeter be eşşoğlueşşek!” dedim. Meğerse hakem de yanımdaymış. Hakem beni hemen attı. O sayede atıldım yani. Başka da vukuatım yok zaten. Çünkü ben düştüğüm zaman yerde kıvrılıp kalmazdım. Düşünün, bir maçta dizim döndü ancak o zaman hakeme “Çıkıyorum ben oyundan” dedim. Hiçbir zaman hile yapmadım.

Geçmişinizde atletizmin olması buna neden olmuş olabilir mi? Futboldan yetişmiş olsanız belki de bu tür numaralara alışkın olacaktınız.

O sporla değil de karakterle ilgili. Ben okey oynarken bile centilmence davranırım.

İstanbulspor’daki ilk dönemlerinizden aklınızda kalanlar neler?

Şimdi çok güzel bir anım daha var. Bir gün Maçka’dan çıktık, Taşkışla binasına derse gidiyoruz. Yanımda bir arkadaşım var, futbolda daha yeniyim. A Takım’la idman yapıyorum, genç takımda oynuyorum. Bir Çingene kız geldi, “Ağabey, 150 kuruş ver, falına bakayım” dedi. Dedim ki “benim falım falan yok”. Arkadaşım parayı vermem için ısrar etti. Durumum da o ara iyi aslında. Baktı falıma, “sen, Reyhan isimli bir hanımla evleneceksin” dedi. Gerçekten de Reyhan ile evlendim! Sonra dedi ki “şuraya 150 kuruş daha koy, sana iki tane düşman söyleyeceğim” dedi. Dedim “benim düşmanım yoktur, kimseyle kavga etmem!” Yine de verdim parayı. “Senin Ali’yle İbrahim adında iki düşmanın var” dedi. Dedim ben ikisini de tanımam. Arkadaşım dedi ki “yakında santrafor oynayacaksın ya işte onlar senin düşmanların olacaklar!” İbrahim ile Ali de forvet oyuncuları İbrahim Toker ile Büyük Ali! Falcı kadın bunları bildi.

Biraz da oyun tarzınızdan söz edelim. Sizin için “attığı goller filelere değmezdi” diye bir tabir varmış.

Hızlı koştuğum için karşı kaleye doğru giderken müdafaa da arkamdan koşuyor. Topa bir dokunuyorum, gol oluyor. Bir Beykoz maçı vardı, topa vurdum; çizgiyi geçti orada kaldı. Saha çamurdu. Dokunurdum, gol olurdu. Ben bir nevi okumuşluk, teknik eleman olmanın verdiği güvenle o vuruş stilini bulmuştum.

60’lı yılların başı, İstanbulspor için iyi geçiyor. Sizin de 63-64 sezonunda tek golle gol krallığını kaçırdığınız bir sezon var.

Evet, Metin Oktay’la ben 18’er golle ikinci olduk. Beşiktaşlı Güven Önüt de 19 golle kral oldu. Orada da enteresan bir olay var. En son maç Beşiktaş’laydı. Gol atmayayım diye Beşiktaş’ın santrhafı Süreyya ile birlikte bir kişi daha beni tutuyor (Gülüşmeler). Ben de bizim savunmadaki Ercan Aktuna ve Yılmaz Şen’e “Güven’e gol attırmayın!” demiştim. Güya ben de bir gol atıp kral olacağım ama ikimiz de gol atamadık (Gülüşmeler).

Böyle enteresan bir olay da Kasımpaşa maçında olmuş galiba. Kaçan penaltılar varmış orada da…

(Gülerek) Evet, onu da anlatayım. 1. Lig müsabakasında Kasımpaşa ile Mithatpaşa Stadı’nda oynuyoruz. Karlı bir hava ama ben sanki saha çim gibi muhteşem oynuyorum. Alıyorum, veriyorum, gidiyorum ama olmuyor; gol atamıyorum. Kasımpaşa kalecisi de eski takım arkadaşımız Özkay… Beni düşürdüler, penaltı oldu; “Ben atacağım ben atacağım!” dedim. Antrenörümüz de: “Hayır, Kasapoğlu atacak” dedi. Ben de işaret parmaklarımı kenetledim “İnşallah atamaz” diyorum… Bir vurdu Kasapoğlu direkten döndü! Sonra bir penaltı daha kazandık, yine ben atacağım dedim. Bu sefer de Ercan Aktuna’ya attırdılar, o da atamadı. Daha sonra bir penaltı daha kazandık. “Hadi sen at” dediler ama ben de Özkay’ın kucağına verdim topu (Gülerek). Gol krallığına gidiyorum, bir gol atsam gol kralı olacağım ama olmadı.

60’lar iyi başlasa da, 66-67 sezonunda beklenmedik bir şekilde küme düştünüz. Hatta Karşıyaka maçıyla küme düşüp, bir sezon sonra yine bir Karşıyaka maçıyla 1. Lige yükselmiştiniz.

Karşıyaka, o maçtan önce küme düşmüştü. Biz de: “Güçsüz takım nasıl olsa. Muhakkak yeneriz” diye düşünüyoruz. Bu arada beni de kadroya almadılar. Maç başladı, ne yapsak olmuyor; gol atamıyoruz! Karşıyaka kalecisi Taşkın da tanınmış kaleci, gol yemedi o gün. Maç 0-0 berabere bitti ve küme düştük.

Sonra 2. Lig macerası başladı…

Küme düştük, Ali Sohtorik bizi Beyoğlu’da Mısırlı Apartmanı’ndaki kulüp lokalinde topladı ve “Çocuklar, bu sene hepimiz kalacağız ve takımı çıkaracağız. Tamam mı?” dedi. İlk Haluk’a sordu. Haluk da: “Tabii efendim, kalacağız ve takımı çıkaracağız” dedi. Herkes de onayladı. Fakat ilk sözü veren Haluk, o sezon Bursa’ya gitti!

2.Lig’e düştüğünüzde, önemli bir oyuncu olmanıza ve teklifler almanıza rağmen başka bir takıma gitmek aklınızın ucundan bile geçmedi mi?

Teklif falan almaktan ziyade, ben mühendisken İstanbulspor Kulübü bana büyük iyilikler yaptı. Mesela takım, deplasmana otobüsle gidiyordu. Bense çalıştığım için cuma akşamı uçakla gidiyordum, pazar akşamı da dönüp işe gidiyordum. Bu imkânım olduğu için hiç ayrılmayı düşünmedim. Teklifler falan geliyorsa da herkes bilirdi benim ayrılmayacağımı.

Takım korunduğu için çok rahat bir şekilde 1. Lig’e tekrar çıktınız. Kısa 2. Lig döneminden unutamadığınız bir olay var mıdır?

Antalya’ya gittik bir maç için. Ata vardı bizde, Zorbay’la beraber Bandırma’dan gelmişlerdi. Ata’yla çift santrfor oynuyorduk, ben de Ata’yı gol kralı yapmak için uğraşıyorum. Ata, bir tane gol attı ama ofsayt verdi hakem. Sonra Kasapoğlu bir gol attı, onu saydılar. Hakeme gittim dedim ki: “Kasapoğlu’nun attığını sayma, Ata’nınkini say!” Ben çıldırıyorum tabii Ata’nın golü nasıl ofsayt diye. Hakem de bana: “Devre arası gel de izah edeyim” dedi. Devre arası gittiğimde durumu anladım tabii. Ofsayt pozisyonunda olan Ata değil, benmişim (Gülüşmeler). Neyse ki Ata, gol kralı oldu sonra.

1970 İstanbulspor-Samsunspor. Arif Işıldayanın fotosu. Bilge Tarhan’ın golüyle 1-0 kazanıyor

 

Son sezonunuzda (70-71), üç büyükler karşınızda art arda kazandığınız maçlar var. Lige kötü başlasanız da ikinci yarıda çok iyi bir form yakalayıp üç büyükleri gol yemeden mağlup etmişsiniz.

O sezon hep Yeniköy’deki kampta kaldık. Bahattin yardımcı, Basri (Dirimlili) antrenör. Birisi Beşiktaşlı, öbürü Fenerbahçeli… Beşiktaş’ı yeniyoruz, Bahattin gururlanıyor; “Bizim takımı yendik” diye. Fenerbahçe yeniyoruz bu sefer Basri aynı şekilde gururlanıyor. Rahmetli Nirun Şahingiray da Galatasaraylı… “Çocuklar, Galatasaray’ı da yenin de beni gururlandırın.” dedi, çıktık ve Galatasaray’ı da 3-0 yendik.

Üç büyükler diyoruz ama İstanbulspor’un kadrosu da yıldızlarla dolu. Siz, Alpaslan Eratlı, Cemil Turan, Yorgo Kasapoğlu…

Şimdi, yıldızlık çok enteresan bir şey! Mesela Cemil, kendine hiç bakmazdı ama müthiş oynardı. Ben diyorum ki Cemil benim nazarımda Türkiye’nin en büyük oyuncusuydu. Topu aldığı zaman pas atar, çalım atar, gol atardı ve boğa gibi de kuvvetliydi. Tek başına takımdı. Benim beyin kanaması geçirdiğim anı Cemil şöyle anlatıyor: “Ağabey, tam kaleye vuracağım, sen “Cemil!” diye bağırdın. Ben de sana orta yaptım, sen de beyin kanaması geçirdin”.

Sezon öncesi Göztepe maçında değil mi? 71-72 sezonu?

Spor Toto Kupası finaliydi, 13 Ağustos. 1971’de beyin kanaması geçirdiğim zaman Bahattin Abi “Eyvah! Bilge’ye bir şey oldu” diye bağırmış. Ben hiçbir zaman hakemi yanıltayım diye uğraşmadım. Beni düşürmeye çalışırlar, düşmemek için elimden geleni yaparım. Antrenörler “düş, kendini yere at!” derler ben düşmem. Ben hastanede yatarken kupayı getirip başucuma koymuşlar. Kupayı aldılar ama biz gittik tabii. Benim gitmem, takımın düşmesinin nedenleri arasındaydı.

 

O şanssızlık olmasa ne kadar süre daha oynardınız?

2-3 sezon daha oynardım.

O olaydan sonra futbola dönmeye çalıştınız mı?

Hayır. Şaşkınbakkal’da dükkân açmıştım, banyo döşeme işi. İki gazeteci gelmişti, “sana jübile yaptırmak istiyoruz” dediler. Beyin kanaması geçirmemden 1-2 hafta önce Ankara’da maça çıkacağız. Abidin vardı, benden evvel Eskişehir’de beyin kanaması geçirmiş. Yeni doğmuş çocuk gibiydi, sargılara sarmışlar. Basri Abi geldi, “Bilge, Abidin’in jübilesine gideriz değil mi?” dedi, ben de ağlayarak “gideriz abi” dedim. Sonrasında ben de beyin kanaması geçirdim. Abidin’in jübilesine kimse gelmemişti. Ben de “kendime zavallı dedirtmem, jübile yapmam” dedim. Pişman da değilim.

Sonrasında futbolun içinde yer almayı istediniz mi?

Edirne-Kınalı otoyolunda çalışıyordum. Eşimle 1969’da evlendim, 1975’e kadar annem, kız kardeşim ve iki çocuğumla beraber yaşadık. Beni aramalarını istemezdim, ben onları arardım. Günde iki kez nasıl olduklarını sorardım. Bir gün beni aradılar, “yengeden telefon var” dediler. Aldım telefonu, içeride 10-15 kişi var. Eşim “İhsan Ağabeyi kaybettik” dedi. Beyin kanamasından vefat etmiş. Ben ağlamaya başladım, herkes dışarı çıktı. Cenaze ertesi günmüş. Cenazeye gittim, Muhittin ile birlikte 4-5 kişiyiz. İlişkilerim pek devam etmiyor. Yapım da müsait değildir, kimseye bir şey öğretemem. Öğrettiğim yapılmazsa kızarım.

Futbolda antrenör takıma ne katabilir tartışması vardır.

Beni antrenmanlarda piyon olarak kullanırlardı, verkaçı çok iyi yapardım. “Bilge’ye bakıp verkaç yapın” derlerdi. Antrenörlük bir terbiyedir. Genç takımdan yeni A takıma çıkmışım, Ankara’ya gidiyoruz. Öğlen yemek için durduk. Lokantaya girdik, ben normal yemeğimi yedim. Baktım bir tanesi dört yemek birden yiyor. Menajerimiz Turhan Ağabeye “bu arkadaşlar yarın nasıl top oynayacaklar?” dedim. Böyle konulara çok dikkat ederdim. Turhan Ağabey, “bundan sonra yemek listesini sen vereceksin” dedi.

İstanbulspor’un kadrosuna baktığımızda dönemin kalburüstü takımlarından biriydi. 60’ların sonunda genç takımdan oyuncular vardı. Fakat alınan en iyi derece beşincilik! Bunun sebeplerinden birisi de antrenör mevzusu muydu?

Bence şampiyonluk için çok iyi bir taraftar kitlesi gerekliydi. Bizde taraftar yoktu! İstanbul Erkek Lisesi’nden 500 kişilik bir grup gelirdi ama Fenerbahçe’yle oynuyoruz, onları tutuyorlar! Belirli bir taraftar kitlemiz yoktu. Kadroda da eksiklikler vardı tabii.

İstanbulspor’dan eğitim dışında neler kazandığınızı düşünüyorsunuz? Mesela bir okul kültüründen söz edebilir miyiz?

Galatasaray kadar liseyle ilişkili oyuncumuz yoktu. Spor hocaları biraz destek verirlerdi ama Galatasaray ile boy ölçüşemezdik. İstanbulspor’un kaybolmasındaki neden bir muhitinin olmamasıydı. Bir stadyumu bile yoktu, Vefa’nın var mesela. Şimdi İstanbulspor’un ancak Büyükçekmece’nin ötesinde bir sahası var.

Antrenmanlarınızı nerede yapardınız?

Şeref Stadı, Beylerbeyi, Vefa… Vefa’daki bir anımızı anlatayım. Yalçın (Saner), sol bekimiz ve yüksek ticaret mezunu. Aynı evde oturuyoruz. Stadyumdan çıktık, merdivenlerde önümüzde Arap Yılmaz var. Gayet şık giyinmiş, atlet gibi gidiyor. Ben “Ulan Yılmaz, şu boy pos bende olsun 100 bin lira borcum olsun” dedim. Döndü “ulan sizin tahsiliniz bende olsun, 5 milyon borcum olsun” dedi. “Türkiye’nin en iyi kalecisiyim ama eğitimim yok.” Hem kendini geliştirmesine mani hem de kötü bir çevrede büyümüş.

Eğitim demişken… Çalıştığınız antrenörler arasında sizin kariyerinizde özel yeri olan bir isim var mı?

Ziya Taner vardı. 5-6 sene çalıştı bizle. İlk bizle çalıştı sonra Ankara’ya gitmişti. Çok iyi bir insandı. Antrenörleri irdelemiyorum. Bir taraftan da okuduğum için ben çok enteresandım. Bizde Tuncay Becedek vardı. Karagümrük’ten bize gelmişti. Antrenman biter bitmez duşumu alır çıkardım derse yetişmek için. Aydemir geldi dedi ki; “18 üzerine 10 tane top dikti bunları kaleye vuracaksın”. Niye? Bir laf çıkmış şutla gol atmıyormuşum! Hâlbuki ilk golümü Beşiktaş’a 18 üzerinden vurup attım. Sol ayağımla bir vurdum doksandan gol oldu. Ancak oyunda vurmak aklıma gelmiyor çünkü garanti değil. Bu toplara vurmadan gidemezsin dedi. Ben de acele ediyorum gideceğim hemen diye. Vururken topun altına vuruyorum, auta gidiyor. Hemen bağırıyorlar Tuncay ve idmanı bitirmiş birkaç oyuncu: “Martı biiiir!”. Bana altı tane martı vurdun dediler. Onla Çarşamba günü binip gittiler maç için İzmir’e. Göztepe ile oynayacağız. Ben Cuma akşama gitti. Otele girdim başladılar hemen martıcı geldi. Amaçları martıcıdşye isim takacaklar bana. Hiç oralı olmadım sustum gittim yattım. Ertesi gün maçta 18 üzerinden bir vurdum, doksandan gol. “Gelin lan öpün martıcıyı!” dedim. (Gülüyor)

Ziya Taner çok konuşmazdı. Erdoğan Tokol iyiydi çok. Bizler tahsil görmüş adamlardık ama ilk okul tahsilli antrenör ne verecekti ki. Yoktu o zamanlar. Türkiye genelinde de donanımlı antrenör yoktu. Adnan Süvari vardı. Hem iyi top oynuyordu hem de iyi teknik adamdı. Göztepeyi Göztepe yapan adamdı.

İstanbulspor tarihine baktığımızda Ali Mortaş ismiyle sık sık karşılaşıyoruz. Fakat kendisiyle ilgili çok fazla yazı ya da belge bulamıyoruz. Kendisiyle çalışmış birisi olarak, bir de sizden dinleyelim nam-ı diğer Ali Baba’ yı…

Ben ilk gittiğimde Ali Baba için çok afedersiniz ‘oğlancı’ diyorlardı. Hatta biz genç takımda oynarken, bize “Ali Baba’nın oğlanları!” diye bağırırlardı. Ali Mortaş, çok iyi bir insandı. Futbola çok meraklıydı. Altyapıdan sorumluydu ve devamlı oyuncu keşfediyordu. Her maça giderdi, her gün maçtaydı. Altyapıdan oyuncuları alır, A takıma çıkarırdı ama antrenör değildi. Her antrenman öncesinde herkes gider, elini öper ve 25-50 lira para alırlardı ama ben hiç gitmedim.

İstanbulspor’un geçmişinde bir de Cem Uzan dönemi var. Uzanlar’ın yönetimine geçtiğinde, birçok yıldız oyunca transfer edildiğinde, siz bunu destekleyen tarafta mıydınız, yoksa sonunun böyle olacağını düşünenlerden miydiniz?

Cem Uzan takımı aldığı zaman muhitimde; “Ben olsam Cem Uzan’ın yerinde evvela bir saha yeri alırdım. Yaşlı futbolcu amam, geçleri alırım, gençlerden iyi bir takım kurardım.” dedim. Çünkü yıldız oyuncular, havalanmış zaten. Onlar takıma hiçbir şey vermediler. İstanbulspor’un ilerlemesine aykırı bir olaydı. Hepsi çok iyi futbolcuydu ama olmadı. Zaten Cem Uzan’ın amacı oydu, isim yapmaktı. Böyle bir şey için taraftar lazım.

Son olarak İstanbulspor’da birlikte oynadığınız isimlerden bir 11 rica edelim…

Kaleci Arap Yılmaz. Sağ bekte Alparslan Eratlı, sonradan Fenerbahçe’de libero oynadı. Sol bekte Yalçın. Hatta şöyle enteresan bir olay, Fenerbahçe’yi yendiğimiz bir maçta Yalçın topu ortaladı, Alparslan benim üstümden kafayı vurdu ve golü attı. Sol hafta Türker sağ hafta Kenan. Sol hafta Erdoğan Abi de oynardı. Santrhafta Yıldırım, Yeşildirek’ten transfer etmiştik. Sağ açıkta Zorbay oynardı. Hep koşardı. Ona itfaiyeci derlerdi. Sağ iç Aydemir. Gol krallığında ikinci olduğum için santrafor ben. Sol iç İhsan. Sol açıkta da Yüksel Gündüz.

İlhan Özgen yazısı Kasım 2014 Toprak Saha

 

Bir Bilge Tarhan Vardı

Futbol Sahalarında Bir Mühendis: Bilge Tarhan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir