10 Ağustos 2003, Tarihi Fenerbahçe Maçının Hikayesi

10 Ağustos 2003 tarihinde oynadığımız Fenerbahçe maçının, önü, arkası ve Aykut Kocaman’ın duygularını, Barış Tut’un Kocaman Bir Adam kitabından aktarıyoruz.

İstanbulspor’dan lige görkemli bir başlangıç. 10 Ağustos 2003, Fenerbahçe-İstanbulspor maçı.

Kadıköy rıhtımı, ara sokaklar, sarı-lacivert formalı gençlerle dolu, Fenerbahçe’liler hayal kırıklıklarıyla dolu bir sezonu unutmak için ligin ilk maçına koşuyorlar. Yenilenmiş bir kadro, tazelenmiş şampiyonluk umutlarıyla İstanbulspor karşısında galibiyet arayacaklar. Basının büyük bir bölümü,maç günü yaptığı haberlerle farklı bir sonuç beklentisinde olduğunu belirtiyor. Güneşin bulutlar arasından kendini kâh gösterip kâh kaybolduğu sıcak bir gün.

Aykut hoca ile görüşmek için takımının kamp yaptığı otele gidiyorum. Lobide başkan Adnan Sezgin birkaç kişiyle oturmuş söyleşiyor. Menajer Sinan Dinler, hocanın birazdan yanıma geleceğini söylüyor. Resepsiyonun yanındaki koridordan bazı oyuncular geçiyor. Derken kalabalık bir oyuncu grubunun önünde Aykut Kocaman beliriyor. Adımı mırıldanıp elimi sıkıyor. Elleri soğuk. Uzaklara bakıyor. Sık sık alnını ovuşturuyor. Daha önce hiç görmediğim kadar gergin. “Şimdi teyp çalıştırmayalım” diyor. Çok heyecanlı olduğundan söz ediyor. Daha önce sayısız maça çıktığı, seyircinin kendisini bağrına bastığı yerden çekinmiyor. Rakibin de kendisini korkutmadığını hafta içersin den beri dile getiriyor. Asıl kaygısı, takımının orada ne yapacağı yönünde. Bu belirsizlik hali canını sıkıyor. Yine de konuşmak için çaba sarf ediyor. Maç üzerine olmasa da futbolla ilgili görüş alışverişi yapıyoruz. Bir ara “su yolunu bulur” diyor, bir gün çalışmanın karşılığı mutlaka alınır. Aykut Kocaman’ın bu maçın öncesinde ki tavrını birkaç sözcükle anlatmak gerekirse, bunlar “anaç” ya da “babacan” bir koruma güdüsünün yanında derinlerden kendisini duyuran “güven” olabilir.

Kırk beş dakikalık bir konuşmanın ardından, takımı stada götürecek otobüse yöneliyoruz. En önde Aykut Kocaman, yan koltukta Sinan Dinler, sağlık ekibi, antrenör ve ben hemen arka sıralarda. Futbolcular sessizce otobüse yayılmış durumdalar. Aykut hoca, ellerini çırparak biniyor otobüse. Herhangi bir konuşma yapmıyor. Çarpıcı bir sakinlik, suskunluk hali içinde stada geliyoruz. Başarı dileklerimle onlardan ayrılıp basın tribününün yolunu tutuyorum.

Maçın başlama saati yaklaştıkça tribünlerdeki kalabalık artıyor. İstanbulspor ısınmak için sahaya geldiğinde, Fenerbahçe seyircisi, alışılagelenin tersine,  yuhalamıyor oyuncuları. Hatta eski Fenerbahçeli futbolcuları, başta Uche olmak üzere, tribünlere çağırıyor. Islık korosu yok, sahaya pet şişe yağmıyor konuk severliğin  böylesi şaşırtıyor doğrusu.

Gök gürültüsünü aratmayacak bir tezahürat altında karşılaşma başlıyor. Aykut hoca, yedek kulübesinin sol başında, yanında ki direğe yaslanmış maçı izliyor. Beklendiği gibi Fenerbahçe baskı kurmaya çalışıyor. Atak üstünlüğünü elinde tutuyor. İstanbulspor sıkı bir alan oyunu oynuyor. Kaleci Zdravkov’un üç gün önceki İdmanda elmacık kemiğinin kırılması üzerine, kaleyi yeni transfer Oğuz Dağlaroğlu koruyor. Sezon öncesi hazırlık kampında yer almadan yalnızca birkaç idmanla maça çıkmak zorunda kalıyor Oğuz. Ancak eski takımı kaleyi sık yoklamasına karşın hatasız bir oyun çıkarıyor.

İlk yirmi dakika dolarken, Saidou, eski takım arkadaşı Selçuk’tan topu söküp hemen Yordanov’a aktarıyor, Bulgar oyuncu da gelen topu bekletmeden, Fenerbahçe savunmasının arasına girmeye hazırlanan Pini Balili’ye uzatıyor. Balili’de önündeki topu mükemmel bir tek vuruşla kendisini karşılamaya gelen Enke’nin üzerinden ve yaklaşık otuz metrelik bir uzaklıktan ağlara gönderiyor. İstanbulspor, Şükrü Saraçoğlu’nda öne geçiyor. Bir şok dalgası yayılıyor tribünlere.

Fenerbahçe golden sonra yakaladığı gollük pozisyonları bir türlü değerlendiremezken, İstanbulspor geliştirdiği bir kontratakta önceden çalışılmış bir ön direk organizasyonu sonucu Yordanov’un şık kafa vuruşuyla farkı ikiye çıkartıyor. Artık tribünler tepki vermeye ve golü alkışlamaya başlıyor.

İkinci yarının başlarında, Erhan Albayrak oyun dışı kalınca Fenerbahçe çözülüyor ve İstanbulspor bulduğu geniş alanlarda pek bir dirençle karşılaşmadan görkemli bir futbol gösterisi sunuyor. Yordanov, Mehmet Yozgatlı’nın daha çok pas olarak nitelenebilecek kavisli ortasına ayak koyarak takımının üçüncü golünü kaydediyor. Sonrasında kaçan yarım düzinelik gol fırsatı, kolektif oyundan güzel örnekler ve tribünlerin İstanbulspor’u ayakta alkışlarla uğurlaması gecenin akıllarda kalan diğer olayları oluyor.

Bitiş düdüğünün ardından soyunma odalarına geçebilmek için Şeref Tribünü’ne iniyorum. Kalabalığın arasında başkan Adnan Sezgin’le göz göze geliyoruz. Hafta içinde Aykut hocayla konuştuktan sonra, başkanın bana, Fenerbahçe maçıyla İlgili beklentisinin basının ki ile tam ters bir noktada olduğunu ve galibiyet beklediğini söylediğini hatırlıyorum, onu kutluyorum. Daha sonra Adnan Sezgin kameraların şu açıklamaları yapıyor “Çok fedakâr, birbiriyle bütünleşmiş, tüm zorluklara karşın mesleğini icra etmeye çalışan bir topluluğumuz var. Bu topluluğun başkanı olduğum için gurur doluyum. Bu takım şu âna kadar hak ettiği yere gelemedi. Amacımız, bu topluluğu hak ettiği yere getirebilmek. Böyle bir geceyi bize yaşatan herkese teşekkür ediyorum. Oyuncularımın alınlarından öpüyorum.”

Sahanın kenarından dolaşarak, birkaç muhabir arkadaşla birlikte basın toplantısının yapılacağı yere geliyoruz. Kısa bir süre sonra Aykut Kocaman görünüyor. Kameralardan bir duvar örülüyor karşısına. Birkaç soruyla bitiyor işleri hocayla. Basın toplantısı da tam anlamıyla müsamere tadında geçiyor. Bin bir güçlükle üç soru yöneltebiliyorlar. Sorulardan biri de Fenerbahçe’nin eksik yanlarıyla ilgili. Kamuoyu Fenerbahçe’nin neden yenildiğini merak ediyor ne de olsa, İstanbulspor’un nasıl yendiği kimin umurunda?

Aykut Kocaman kısa “toplantı”nın ardından soyunma odasına dönüyor. Yaklaşık yarım saatlik bir aradan sonra, stadın arka kapısında tutulan taksilere yerleşerek otele geri dönüyoruz. Arabada hararetle maçın önemli pozisyonlarını koşuyoruz. Genç teknik adamın telefonu sık sık çalıyor, ailesi, dostları kutlama mesajları gönderiyor. Otele vardığımızda Kocaman’ın üzerindeki gerginlikten kurtulduğunu fark ediyorum. Takımı ekonomik koşullar hiç de olumlu değilken, hem de zorlu bir deplasmandan, kimselerin ummadığı 3-0’luk bir sonuçla dönmüştü. İstanbulspor ilk haftanın en parlak çıkışını yapan takım olmuştu. Ancak Aykut Kocaman, bildik ağırbaşlılığı ve sakinliği içerisinde karşılıyordu olup bitenleri.

Otelin en üst katındaki kafe-bar’da, devasa bir televizyon ekranının önünde, önce maçı yeniden izledik, ardından söyleşimize başladık. Aykut Kocaman mutluydu.

— En zor maçtan, en ummadığınız biçimde çıktınız. Muhteşem bir oyunla ilk haftanın liderisiniz. Gerek olanaklar itibariyle gerekse bugünkü maçın koşulları itibariyle zor durumdaydınız, bunu belirtmekte yarar var. Fakat siz çok iyi bir oyun ve sonuçla çıktınız buradan. Hem maçı hem de bu sonucun takıma ne gibi etkilerinin olabileceğini konuşalım.

“Maç öncesinde, Çarşamba günü konuştuğumuz kadrodan on oyuncu belliydi, on birinci belli değildi. Mehmetile Faruk arasında gidip geliyordum. Faruk son antrenmanlarda üstün bir performans gösterdi, bu arada Mehmet de çok iyi bir performans sergiledi. İkisi arasında seçim yaparken, lig oyuncusu olması dolayısıyla Mehmet öne çıktı. Bu sefer Musa Kuş kadrodan çıktı. Maçla beraber takım düşünüldüğün de, Musa ile Mehmet aynı pozisyonda, Faruk yerleşiyor. Musa ile Mehmet arasında gidip gelmeye başladım ve Mehmet’te karar kıldım. Mehmet hem daha sakin hem de daha üst düzeyde bir oyuncu. Üstün performansını sürdürürse takıma daha yararlı olabilecekti.

Maçtan önce 4-4-2 düşünüyordum. Ancak daha önce “ilerleyen günlerde pek çok şey değişebilir? dediğimi hatırlıyorum.  Belki her antrenörde bu var, belki de sadece bende var,  bilemiyorum. Ancak bende son âna kadar kadro için bekleme duygusu var. Pek çok faktör bir araya geliyor, onları değerlendirip doğrusunun öyle olduğuna inanarak yola çıkıyorsun.

4-4-2 ile başlayıp Saidou’yu geriye çekerek  3-5-2’ye dönebilirdik. Bu konuda çok uzun süre düşündüm. Kadroyu yaparken  ya da sistemi oluştururken çok önemli olduğuna inandığım için bunları söylüyorum. 4-4-2’yi de iyi oynayabiliyor uz, zaman zaman 3-5-2’yi de kullanabiliyoruz. Rakip sahada oynamak istediğimizde geçen sene 3-5-2’yi uyguladık. Bu senede bu şekilde gidebileceğimizi gördük. Ancak son iki günde başka bir şey şekillendi kafamda. Mehmet’i  ve Faruk’u  takıma yerleştirebilmek için 3-5-2’ye döndüm.  Bunu yaparken de  Saidou’yu iki stoperin arasına çekmektense, oyun disiplini  ve savunma gücü daha yüksek, yerinde kalabilen – Türel zamanında da denemiştik, stoper oynayabileceğini  görmüştük-  Petkov’u stopere çekmek aklıma geldi, bunu açıkça söylüyorum.

İnsanlar “bu oyuncularla zaten sen çalışıyorsun” diye düşünebilirler, hep aklında olan vardır ama bazen  yerleştirirken  çok basit, gözünün önündeki bir şeyi fark edebiliyorsun. Maçtan iki gün önce artık takım şekillenmişti. Petkov , Saffet ve Uche savunmaya, Mehmet sağ tarafa, Faruk sol tarafa yerleşmişti. Fenerbahçe’yi de göz önünde bulundurarak böyle başlamanın daha doğru olacağını düşündüm. Kadro ve sistem planları açısından maç öncesinde durum böyleydi.”

— Maça başlamadan bir soru sormak istiyorum. Saracoğlu’nda çok iyi karşılandınız. Oyuna heyecanlı başlayacak o stada ilk kez ayak basacak oyuncular için bu önemliydi sanırım. Çünkü olumlu, temiz futbol oynayan takımlar ile sahaya ayak bastıklarında çoğunlukla pet şişelerle karşılaşılandılar.

“Pozitif bir şekilde karşılandık. Sadece bize karşı değil, desteğin takıma olması ve rakiplerle uğraşılmaması açısından hep böyle devam etmesini diliyorum. Fenerbahçe seyircisine minnettarım. Söz buraya gelmişken söyleyeyim, ben Fenerbahçe’den ayrılalı sekiz sene oldu, oyunun içinde soğuk, seyirciyle çok iyi ilişkiye giremeyen, kazandığımız veya gol attığım maçlardan sonra “bu, taraftara hediye olsun” diyemeyen, özellikle son dönemlerde işini yapmaya çalışan bir adamdım, bundan dolayı Fenerbahçe taraftarıyla arama kolay unutma ve reddetme girebilir diye düşünüyordum. Ancak yapılan işlerin bir şekilde toplumun süzgecinden geçtiğine inanıyorum. Bu anlamda bakılınca önemli bir haslet olarak görüyorum bunu.”

— Derin bir ilgi var size. İzlenip değerlendiriliyorsunuz…

“Bu hâlâ devam ediyor. Fenerbahçeliler belki beni hâlâ Fenerbahçeli olarak görüyorlar ki ben de hiçbir zaman Fenerbahçeli olduğumu inkâr etmiyorum. Futbolun içinde yaşayan her insanın bir takımla ilişkili olması gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda, Fenerbahçeli olduğumu her zaman söylüyorum. Ancak işle aşkın farklı olduğunu da söylemeye çalışıyorum.”

– Bugün görüldüğü gibi.

‘’Bugün görüldüğü gibi. Belki de Fenerbahçe’ye en büyük darbeyi vuran takım olduk. Bunun yanı sıra Uche gibi çok sevilen, Saffet gibi çok değerli insanların takımımızda bulunması, geçen sene Fenerbahçe kalesini kritik maçlarda koruyan ve düzgün bir insan olan Oğuz’un aramıza katılması, ayrıca Boliç’in de kadroda olması biraz sempati doğurmuş, en azından tepkiyi törpülemiş olabilir. Ama doğrusu da bu. Bu şekilde olmalı, hizmet eden İnsanlara farklı yerlerde de olsalar, destek verilmese bile, tepki gösterilmemeli . Benim genel anlayışım bu.

Maç  öncesi Aytekin gibi, ilk defa süper lig maçı Oynayan  Cem gibi oyunculara, nefret ortamının olmaması pozitif ekti  yapmış olabilir. Çünkü seyircinin tepki vermesi Fenerbahçeli oyuncuları harekete geçiriyor,  oyuncular  rakiplerini provoke edecek davranışlarda bulunuyorlar, bu arada siz soğuk  kanlılığınızı yitirmezseniz  takımınızı ve kendinizi koruyabiliyorsunuz. Ama bu provokasyonlara kapılıp itiraz etmeye başladığınız andan itibaren hakem faktörü devreye giriyor. Dolayısıyla bu durum, sinirlerinizi zorlayarak kontrolünüzü yitirmenize neden oluyor ve oyun gücünüzü etkiliyor.  Belki oyundan düşüyorsunuz, hatta atılabiliyorsunuz. Bu anlamda olumlu yaklaşımın büyük ölçüde yararı dokunmuş olabilir.”

-Gerilimi yükselmeyen, oyuncularınızın tek sarı kartla tamamladığı bir maçtı.

“Bunda konuştuğumuz gelişmelerin payı olmuştur. Bununla birlikte, benim İstanbulspor’da bu üçüncü senem. İlk senemde on kırmızı kart görmüş bir takımdı İstanbulspor. Bunların yanılmıyorsam altı ya da yedi tanesi yüzde yüz net bir şekilde haksız kartlardı. Geçen seneyi yalnızca bir kırmızı kartla geçirdik. Bu sene, belki benim futbola, mesleğe bakışım ve bunun yansıması olarak oyuncuların da katılımıyla çok temiz bir takım İstanbulspor. Tamamen işini yapmaya gayret eden bir takım görüntüsündeyiz.”

-Fenerbahçe karşısında oyunu bozmadınız, oynamaya çalıştınız. Bu, önemli bir fark…

“Tabii ki önlem aldık, Önlemleri almamak, futbol adına intihar etmek demektir zaten, Böyle bir ortamda, böyle bir takıma karşı önlem almadan oynamak sportif bir intihardır. Benim esas üzerinde durduğum konu savunmaydı. İyi savunmayı çirkin savunma olarak yapmadık. İyi savunma yapıp pozitif oynamaya çalıştık. Genel olarak, umarım oyunumuz böyle devam eder. Bu atmosferin bozulmamasını gelecek adına bir ışık olarak görüyorum. Gelecekte bu kadar gergin maçlar olmayacak, dolayısıyla sinirlerimizi kontrol edebilme adına daha iyi olabiliriz diye düşünüyorum.

Diğer yandan, her olayda avantaj ve dezavantaj görüyorum. Bugün daha çok sahanın her bölgesinde iyi savunma yapıp sonra atak oynamaya çalışan takımdık. Bu maçtan sonra artık rakiplerimiz bizi daha fazla ciddiye alıp bizim yaptığımızı bize uygulamaya çalışabilirler. Sabırlı oynayıp, sportif kışkırtmalara karşı daha soğukkanlı olabilirsek bir aşama yapabileceğimizi sanıyorum.”

— Önceki söyleşilerimizden birinde çizdiğiniz ilk yarı portresini belki de ilk yarının ortalarında yakalayabilirsiniz.

“Umarım öyle olur. Maçtan sonra bunları konuşmanın çok güzel olacağını düşündüm. Gelecekte bunları okurken, neler düşünüyorduk, neler oldu, neler olmadı türünden değerlendirmelerin ya da maç öncesi atmosfer, maç sonrası kazanılan veya kaybedilen ortamda yapılan duygusal konuşmaların benim için çok güzel olacağını söylemiştim. Bunları konuşurken şu anda çok mutluyum. Duygusal olarak da çok yoğun ve olumlu bir durumdayım. Her şeyi toz pembe olarak görme durumu da var.”

-Ama bu kaçınılmaz bir durum, İnsan umutlanıyor

“Umutlanıyor. Bu umutları gelecek haftaya taşımak lazım. Ama şunları da asla unutmamak lazım:  Fenerbahçe maçı, ekstra bir maçtı. Rakip daha fazla beklentisi ve daha büyük hedefleri olan bir takımdı. Dolayısıyla birinci ve ikinci golden sonra tamamen tersine dönüyor, duygusal bir çöküntü, öz güven yitimi başlıyor, seyircinin baskısı olumludan olumsuza kayıyor. Siz daha fazla boş alan buluyorsunuz. Bu durum, sizin oyun anlayışınızı olumlu etkilediği gibi, rakibi de tamamen olumsuz etkiliyor.  Daha fazla bire bir kaldığımız için daha güzel hareketler yapıyorsunuz. Bu da, ayaklar yere basmaya başlayınca,  Adana spor maçının zorluk derecesini arttırıyor”

-Çünkü sizin ciddi rakiplerinizden biri Adanaspor

“Bu arada Fenerbahçe maçını Adanaspor maçıyla bağlayarak konuşmamız lazım. Eğer biz bu ciddiyeti, bu sabrı, disiplini  Adanaspor ve Akçaabat maçlarında da gösterebilirsek, artık en azından on-on iki haftalık, kağıt üzerinde fikstür avantajımızın da  gözüktüğü bir periyotta  hiç ummadığımız kadar yol alma şansına sahibiz. Burada Fenerbahçe maçı bizim için, ayaklarımızı yere basmazsak, çok büyük bir dez avantaj olur”

– O bakımdan size büyük bir iş düşüyor. Yılların tecrübesiyle oyuncuları bu duruma hazırlayabilmek gene size kalıyor.

“Çok net bir şekilde bilinen bir gerçek, oyunculuğumda da yaşadım, antrenörlüğümde de yaşıyorum bunu: Büyük takımlara karşı oynarken oyuncuları çok fazla motive etmeye gerek yoktur. Çünkü oyuncular o maçların piyasa maçları olduğunu bildikleri için, atmosferin hep aradıkları gibi olduğunu  yaşadıkları için o maç üzerinde yoğunlaşabiliyorlar, dolayısıyla performanslarını üst düzeye çıkarmaları daha kolay oluyor, Bugün olduğu gibi, kırılma anlarım da lehe çevirince, yetenek olarak da fizik olarak da kapasitelerinin üstünde görüntüler verebiliyorlar.  Bu görüntüleri alıp takıma Adanaspor maçında bunları daha net, gerçekçi ve sabırlı olarak yapabiliriz dediğinizde olumlu etkileniyorlar, ‘Biz zaten iyi takımız. Fenerbahçe maçında da bunu gösterdik. Rakibi şöyle oynayıp yeneriz’ diye düşündüğünüz andan itibaren en basit maç bile kabusa  dönüşebiliyor.”

-Maç öncesinde çok soru işareti vardı kafanızda. Yapılacak başlangıcın çok önemli olduğunu söylediniz hep. Çok net, beklenmedik, güzellikte bir sonuç aldınız, harika bir oyun sergilediniz. Daha önce “ İstanbul spor gibi oynayabilirsek bütün endişelerimiz dağılacak “ demiştiniz. Ayrıca Pini, Cem ve Aytekin’le ilgili kaygılarınızın dağıldığını sanıyorum. Şimdi şöyle düşünelim istiyorum: İstanbulspor, Adanaspor karşısında da aynı oyunu sürdürerek hem hızla forma girmeye, hem de istenen takım ruhunu yansıtmaya başladı. Siz örneğin ligin on ikinci haftasına geldiğinizde yirmi puanı cebinize koydunuz, gayet iyi durumdasınız. O zaman endişeler nedeniyle hesapçı davranmaktan vazgeçmeniz gerekecek, belki de çok daha rahat hareket edebileceksiniz. Böyle bir durumda takımımız için neler yapmak istersiniz?

“Pini ile ilgili bir şeyler söyleyeyim. Açıkçası, onun neler yapabileceğini pek kestiremiyordum. Olumlu özelliklerinden söz ediyordum . Ançak oyun içinde ki performansı ve sezonluk devamlılığı  konusunda sıkıntılıydım, henüz endişelerimi gidermiş değilim, bekleyip görmek gerek . İyi atmosfer, iyi saha futbolcuların iştahını tetikleyebilir, dolayısıyla Pini için de bu geçerli olabilir. Aytekin ve Cem için böyle bir kaygım yok. Onlar oyun disiplini çok yüksek oyuncular.  İstanbulspor’da benim ortaya çıkarmaya çalıştığım oyun anlayışı açısından onların çok önemli yerlerinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü benim en sempati duyduğum oyuncu tipleri Aytekin ve Cem gibi oyuncular. İşe ciddi bakan, sahada varını yoğunu sergileyen, arkadaşlarıyla, rakiple ve oyunla kurdukları ilişkide hep pozitif düşünebilen oyuncular. Bu anlamda onların performanslarının İstanbulspor’a uyumlarıyla beraber biraz daha artması hem futbol yaşamlarında onlara hem de takıma büyük katkı sağlayacak.

İstanbulspor*la ilgili olarak da şunları söyleyeyim: Şu anda bir şekilde bizimle birlikte yaşıyorsun, görüyorsun. Sıkıntılarımızı hep dile getiriyorum. Bu sıkıntılarla beraber oyun anlayışımın da olsun sonuç anlamında olsun bir hedef ortaya koyarak gitmek, bana biraz ayakları yere basmayan bir durum olarak geliyor. Şu anda duygularımız pozitif yönde çok yoğun. İyi şeyler düşünüyoruz. Bu söylediklerin gerçekleşirse nasıl bir davranış sergileyeceğimi zaten konuşacağız.

Genel futbol anlayışımla ilgili şunu dile getireyim: Ne olursa olsun, hep en iyiyi yapmaya çalışmak. Takımımın durumu mali ve teknik yönden çok iyi de olsa, maçları tek tek değerlendirmek istiyorum. Uzun ve orta vadeli hedefler koyarak koşmak doğrudur, bunu yapanları eleştirmiyorum, ancak benim futbol yapımda her maç kendi içinde bir hayatı barındırıyor. Her maçı kazanmak zorundayız. Bugün oyunculara da söyledim, bazen üç puanı, bazen bir puanı kazanmak, bazen de kaybederken takımla ve futbola bakışla ilgili olarak bir şeyler kazanmak… Bugün Fenerbahçe maçını kaybedebilirdik, ama oyun gücümüzle ve yapabileceklerimizle ilgili pek çok şey kazanabilirdik. Hooijdonk’un maçın başındaki vuruşu gol olabilirdi, maç 1-0 bitebilirdi, ama gücümüzü test etmiş ve bir şeyler kazanmış olurduk. On maç sonunda otuz puan yapsak da, on yedi maçta elli bir puan yapsak da, bu duygum hiçbir zaman değişmeyecek, Ortaya bir hedef koymak istemiyorum. Her maçın bizim için önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu kişisel bakışım olarak değil de kendimle olarak söylüyorum.”

-Türkiye Kupası’na bakışınız nedir? Söyledikleriniz bunu aklıma getirdi…

“geçen sene özellikle Türkiye Kupası konusunda… İlk senemde oynamayan oyunculara bir fırsat olarak düşündüm. Ligde yoğun olarak oynayan bir oyuncu gurubu vardı, bu nedenle hep değişik kadrolara yer verdim. Gümüşhane  ile berabere kaldık, Çanakkale’yi 2-0 geçtik, böyle maçlar oynadık.

Geçen sene daha ciddi bir tavır takınmaya çalıştım, ancak büyük bir şansızlık yaşadık. Çok üstün oynayıp birçok pozisyona girdiğimiz maçta mağlup olduk.  O maç aslında kupanın güzel taraflarından biriydi.

Sezona damga vuran takımlar kupa şampiyonları oluyor.  Bu sene daha ciddi olarak bakıyorum. Eğer başarabilirsek, kupada sezona damgasını vuracak takımlardan biri olabilmeyi diliyorum”

-Bir varsayımdan çıkarak bu noktaya geldik. Eyer ilk yarıda düşme kaygısını size hiç hissettirmeyecek bir puana ulaşırsanız ve ağırlığınızı kupaya vererek finale yükselmeyi,, orada da şampiyonlar ligine katılacak bir takımla oynamayı başarırsanız, UEFA ya katılabilme hakkı da elde edebilirsiniz. Bu yıl UEFA ya iki takım gidecek, kupa şampiyonu ve lig üçüncüsü, dolayısıyla ligi dördüncü ya da beşinci bitirmenin bir ödülü olmayacak. Daha sezonun ilk maçı olmasına karşın, koşullar denk gelirse, saklı bir UEFA şansınızın olduğunu söyleyebilir misiniz?

“Başa dönerek söyleyeyim. Büyük sıkıntılar içindeyiz. Fenerbahçe maçı nı üstün bir oyundan sonra kazanarak sıkıntılarımızı biraz hafifletmiş olduk sadece. Bu, antrenörlük açısından bir handikap olarak görülebilir. Ancak ben yaşadığımız gerçeklerin farkında olan bir insanım. Bugün itibariyle bu tip beklentiler içerisine girmeyeceğim. Öncelikli hedefim İstanbulspor’un yaşamasını sağlamak. Bu, biraz iddialı bir ifade oldu, ama amacım İstanbulspor’un yaşamasına katkıda bulunmak. Çünkü şu anda mali açıdan ve bağlı olunan gurubun sıkıntıları nedeniyle var olma savaşı veriyoruz. İkinci aşama olarak da takımın ligde kalması, esas hedefim budur. Belki bu, seviyeyi düşürerek rahatlamak olarak algılanabilir ama bizimle beraber yaşayan bir insan olarak bunları daha rahat gözlemleyebileceksin. Uzun lig maratonunda inişler-çıkışlar olacak. Bunların olduğu dönemde mali sıkıntılar varsa ve yaşama savaşı veren bir kulüpteyseniz sıkıntılar daha da büyüyebiliyor. Başarılar ve başarının getirdiği motivasyon artmıyor. Bunları biliyorum. Bunlar yaşanır mı yaşanmaz mı onu bilmiyorum. Buradan yola çıkarak şu anda ne UEFA Kupanı düşünebilirim, ne de ligde beşinci olabilmeyi. Sadece kulübün yaşamasını istiyorum. İstanbulspor’un olmayan tesisleriyle, olmayan seyircisiyle, olmayan desteğiyle ligin renklerinden biri olduğunu düşünüyorum. Bu tabii İstanbulspor’la  yaşadığım için sübjektif bir görüş olabilir.

Ligde kalırsak bir umut gözüküyor: Grup sıkıntılarından kurtulup destek sağlayabilir ya da İstanbulspor özerkliğini kazanabilir ve başka bir grubun veya İstanbul Erkek Lisesi Vakfı’nın altında yaşayabilir. Bunun tamamen bizim ligde kalma başarımızla orantılı olduğunu düşünüyorum. Bu olaylar olursa asla hayır demeyeceğim, ben her maçı tek tek ele alıyorum. Böyle olunca şampiyonluk da olabilir, UEFA Kupası’na katılabilmek de, ama esas itibariyle ayaklarımızı yere basarak İstanbulspor’u hem kulüp olarak hem de ligde yaşatmaya çalışan insanlardan biri olmak istiyorum. Bunları ilerleyen haftalarda konuşacağız.

Umarım, her şeyden önce, devam edebiliriz,  çünkü basında “İstanbulspor ne olacak?” diye çıkmış yazılar vardı. Üç hafta sonra kulübün kapısına kilit vurulabilir, her şey olabilir. Uzun vadeli planlar yapmak yerine, günü kurtarmanın peşindeyiz şu anda. Tavla güzel bir oyundur, otuz altıda bir olan bir zar vardır, onu beklersiniz ve gelir. Bizim durumumuz,  sportif anlamda değilse de, kulübün geleceği açısından biraz oraya doğru gidiyor. O noktaya gelirsek o tek zarın peşinde olacağız, ondan sonra da sportif anlamda bir amaç belirleyebilirsek onu gerçekleştirmeye çalışacağız.”

-Şu anda Fenerbahçe maçının büyük yorgunluğunu taşıyorsunuz. Mutluluğunuzu paylaştınız, takımınızı değerlendir- diniz. Fenerbahçe açısından nasıl bakıyorsunuz geceye?

“Aklıma klişe sözlerden başkası gelmiyor. Bir fikir üretecek durumda değilim şu anda. Ne kadar Fenerbahçeli olsam da, sorumluluklarımın da, yoğunluklarımın da farklı yönde olduğunu düşünüyorum.  Bugünkü maçla ve yakın gelecekle ilgili şunları  söyleyebilirim: Fenerbahçe’nin kariyeri bir teknik adamı var ve  ( bu maçın sonucu ne olursa olsun) Fenerbahçe  beklenmedik derecede  isabetli transferler yaptı. Bu günkü maç özellikle skor açısından bizim için nasıl ekstra bir maçsa, Fenerbahçe açısından da aynı oranda ekstra bir maçtı. Fenerbahçenin düzenini korur,  belki bir iki oyuncuyu daha kadrosuna katarsa , önünün  açık olacağını düşünüyorum., Zaman zaman şansın yardımıyla, kimi zaman da yetenekleriyle arka arkaya kazanabilecekleri  iki üç maçtan sonra şampiyonluğun en büyük favorisi olarak görüyorum onları,”

-Buradan çıkınca ne yapacaksınız?

“Evime ya da annemlere gideceğim. Çocuklarım ve eşim Sapanca’da, Yarın sabaha antrenman koyduğum için İstanbul’da kalacağım.”

-Maçtan sonra çocuklarınız aradı. Onların tepkilerini anlatır mısınız?

“Çocuklarımdan büyük olanı, Yağmur, on yaşında, Fenerbahçeli. Yağmur, daha kolay karar verebilen, duygularını kendisine hâkim olarak söyleyebilen bir yaradılışa sahip. Küçük olan Ekin, bana olan tutkusundan dolayı ben ne düşünürsem o şekilde hareket etmeyi seviyor. Ekin önce İstanbulspor’lu, sonra Fenerbahçe’li. Yağmur daha Fenerbahçe’li.  İkisi de çok sevindiler. Benim kadar mutlu oldular. Az önce konuştum onlarla. Maçı da seyretmişler. Bu işin özü bu. Tarafsınız ama önce işiniz. İş ahlakı her şeyden önce geliyor. Çocuklarımın da bu şekilde gelişmesi… (gülüşmeler). Daha açık olmalarını istiyorum, benim gibi olmasınlar. Düşünceleriyle, tutkularıyla, beklentileriyle daha açık olmalarını istiyorum. Galatasaraylı, Beşiktaşlı da olabilirler, herhangi bir takımı da tutabilirler, ama önemli olan, düşündüklerini daha çok dile getirebilmeleri, Ben bunun sıkıntılarını yaşıyorum, umarım onlar yaşamazlar.”

-Eşinizin futbola bakışı nasıl?

“Son dönemlerde, özellikle antrenör olduktan sonra daha ilgili olmaya başladı, ama ondan önce işimle özel yaşamımı birbirinden ayrı tutmaya çalıştım. Eve iş getirmemeye çalıştım genel futbol yaşantım boyunca. Antrenörlükte de böyleydi. Ancak antrenörlükte konuşma daha yoğun yaşanıyor. Futbol oynarken arkadaşlarınla dertleşiyorsun, sıkıntılardan söz ediyorsun. Antrenör olunca bu sıkıntıları konuşabileceğin çok fazla insan yok. Ancak yardımcılarınla bazı şeyleri paylaşabiliyorsun. Pek çok şeyi eşinle paylaşmaya doğru yönelebiliyorsun (gülüşmeler). Son zamanlarda eve iş taşımaya başladım.”

— Yaklaşımı nasıl? Destek oluyor mu?

“Benim takıma da yansıtmaya çalıştığım gibi, bizim ailemizde, çok şükür ki, olaylara olumlu tarafından bakma eğilimi daha fazla. Olayları abartıp bayağılaştırmak yerine, olumlu tarafından bakmak şeklinde destekleri oluyor.”

— Yorgun argın bu söyleşiyi yaparak duvara bir tuğla daha koymuş olduk. Çok teşekkür ederim.

“Maçtan sonrasını, daha önce söylemiştim, yenilirsek, kötü duygularla, kararmış umutlarla ve daha agresif biçimde konuşabilirdik. Galip gelirsek de bunun farklı olabileceğini düşünüyordum”

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir