
Stat: Güngören Belediye
Hakem: Orhan Erdemir, Binali Kartal, Bahattin Duran
İstanbulspor: Zdravko Zdravkov, Ivailo Petkov, Saffet Akbaş, Andre Pinto (Dk. 78 Hadis Zubanovic), Alioum Saidou, Selçuk Şahin, Murat Erdoğan, Zeki Önatlı (Dk. 65 Bülent Üçüncü), Güven Kocabal (Dk. 36 Haluk Güngör), Cenk İşler, Ferdi Yanık
Galatasaray: Faryd Mondragon, Vedat İnceefe, Bülent Korkmaz, Gustavo Victoria, Sebastien Perez, Ergün Penbe, Joao Batista, Hasan Şaş, Andres Fleurquin (Dk. 46 Berkant Göktan), Arif Erdem (Dk. 46 Radu Niculescu), Ümit Karan (Dk. 46 Serkan Aykut)
Goller: Dk. 18 Saffet Akbaş (K.K), Dk. 37 Arif Erem (PEN) (Galatasaray)
Kırmızı Kartlar: Dk. 21 Ferdi Yanık, Dk. 35 Zdravko Zdravkov (İstanbulspor)
Sarı Kartlar: Dk. 88 Cenk İşler (İstanbulspor), Dk. 58 Berkant Göktan (Galatasaray)
Aşırtma topta Zdravkov hatalı bir çıkış yaptı. Ama yine de Ümit’in o topa vurabileceğini her halde kimse tahmin etmemişti. Kafa ile Bulgar kalecinin üzerinden aşırıp, yere indirildiğinde, İstanbulspor’un ikinci kırmızı kartı geldi. Arif penaltıdan Haluk’u avladığında dakika 35, skor 2 -0’dı. Bunu söylemek için çok mu erken,
bilmiyorum; belki de Galatasaray’ın şampiyonluğu anlamına geliyordu bu penaltı…
İki takımın da orta sahasını sağlam tutmaya çalışarak başladığı maçta ev sahibi oldukça sertti. İlk 20 dakikada tribünleri yerinden kaldıran üç ağır hareketin en hafifinin sonuncusunda Ferdi’nin 21’de Hasan’a dalışı, ilk kırmızı karttı. Galatasaray solunu kullanmaya çalışıyordu. Başrolde hep Hasan vardı. 5. dakikada Arif’e ortasında Zdravkov erken çıkıp, topu aldı. 9’da Ümit Karan’ın kafasına kesişinde yine Bulgar kaleci başarılıydı. 18’de Arifi gördü. O’nun ortasında Saffet kariyerinde çok görülen gollerden bir yenisini filelerine bıraktı.
Galatasaray rakip eksik kalınca saldıracağına, kalabalık şekilde kendi sahasında kaldı. İstanbul ise Güven’i Cenk’in yerine çekti, am hücum zenginliği sağlayamadı. Kırmızı kart öncesinde Petkov’un soldan ortaladığı, Cenk’in atıl durarak yararlanamadığı birkaç pozisyon dışında bir şey yapmamışlardı.
İkinci yarıya Lucescu riskli bir iş yaparak üç değişiklik ile başladı. Korkaklıkla itham edilen Rumen Hoca’nın, aşırı cesur hareketini sorgulamalı; ya Mondragon kırmızı görseydi. Bu kadar dramatik bir sonuç doğurmadı ama Hasan ve Perez uzun süre sakat oynadılar.
İstanbul 4-1-2-1 oynuyordu, Galatasaray ise beklenen hücum zenginliğini hiç sağlayamayarak- Bunun
nedeni, İstanbul’un dörtlü savunmasının eksiklikten etkilenmeden aynı oyunlarını devam ettirmeleriydi. Galatasaray, rakibin bir kişi bıraktığı hücuma dört savunma çakarak İstanbul’un işini kolaylaştırdı.
60’da Berkant’ın uzun şutu ilk ciddi pozisyonlarıydı. 90’da Petkov’un vuruşunda, Berkant’ın sırtına çarpıp direğe vuran top ise ikinci. İstanbul, Pinto’nun sürüklediği ve mümkün olabildiğince kalabalık bir grubun desteklediği cesur. ama çaresiz birçok akına imza altı.
Sonuç olarak Galatasaray şampiyonluk yolunda rahatladı. federasyon ise bir büyük derbiyi bu maçın sonrasına bırakarak planlama felaketi sergilemiş oldu.
Bilgin Gökberk’in maç yazısı:
İstanbul tuhaf şehir. Bir kere çok özel, Tabii çok da güzel. Heyecanlı, 24 saat canlı. Geçmişi geçmemişi, geçineni geçinme yeni, eskisi yenisi, yaşı başı ve tabii mutfağı ve aşı, kısaca ağzı, burnu, gözü kaşı… Ayır küçük parçalara İstanbul’u, hepsi büyük geliyorsa. Nişantaşı Milano’ysa, Moda da Monaco, ya da Kalamış Cole D Azur veya Beyoğlu Roma…
Güngören’e gelelim, Stadına, Stadio della Güngören diye İtalyanca desem de, ya da Stade de Güngören diye Fransızca, ya da Almanca’ya geçip Güngörener Siadion da desem. stat aynı stat, bir şey değişmiyor. İstanbulspor’u kızdırmadan, Güngörenli’yi kırmadan bu stadı anlatmak zor. Bir cümleyle anlatır mısın deseniz, bırakın cümleyi üç kelimeyle anlatayım derim ben de. Mesela Lee Van Ciff. Bir üç kelime daha söyleyelim, stat için. The bad, the good and the ugly. Hani kötü adamın o müthiş filmi, Yani iyi, kötü, çirkin…
Stada tekrar döneceğim. Ama önce gelişi. Güngören’e gelmek kolay da, stadı bulmak olay. Ara s0kaklara dalıp, bazen durup bazen sağa sola sorup, son anda bulduk. Nerede yahu bu stat derken, baktım dibindeyim. Yarı açık cezaevi denir ya, bu da yarı açık futbol evi. Hafif açık. hafif saçık. İyi olan seyirciydi. Kötü olan zemin, çirkin de stadın kendisi. Biraz prefabrik, biraz betonarme karkas gibi. Evet biraz da Stade de Güngören’i yazalım. Artık stadın içinde azalım. Üst katta soldayız. Yani basın. Yanımız Şeref Tribünü. Ama sanki Güngörenli balıkçı Şeref’in özel tribünü. Onun önünün solunda siyasi zeval (öyle denir ya). Yani milletin vekilleri. Ortada İstanbul Valisi, yarında Ali Dürüst, Adnan Polat falan, filan. Alt katın kiracısı Galatasaraylı seyirciler. Karşımızdaki tribün, bizimkinin tıpkısının aynısı. Tribünün bittiği yerde bir apartman. Statla aynı tonda, aynı fonda. Hani apart otel denir ya. Bu da apart stat olsa gerek. Kale arkaları da bir hoş. Birinin arkası yeşil alan yapılmış. Isınan sporcular, özürlü vatandaşlar, güvenlik kuvvetleri, fotoğrafçı arkadaşlar. Güngören Parkı gibi. Öbür kalenin arkası, arkasız bırakılmış. Reklam panoları ile kapatılmış. 80. dakikada stadın dışına, Güngören’in içine giden top, o kalenin içinden kaçtı işte.
İki not daha var. Albayrak yine en sevilen, en çok övülen, Toroğlu da en çok sövülendi. Ve tabii ki bu
Galatasaray adına ayıptı. Son olarak Lucescu. Oda her zamanki gibi kayıptı. Düşünün rakip 30’da 9 kişi
kalmış. Bizim Lucescu, ikinci devre başlarken takıma üç yeni oyuncu almış. Hasan ve Perez uzun bir süre
sakat sakat oynadılar. Daha doğrusu oynayamadılar. Kısaca, hatta çok kısaca Erdemir ile İstanbulspor, Lu-
cescu ile de Galatasaray dokuz kişi oynadılar.