60 Yıl Sarı-Siyah: Dr.Ali Uygun (8.Bölüm)

KRİZ  VE  KAÇINILMAZ SON

2002 Kasımında yapılan genel seçimlere Genç Parti lideri olarak katılıp, şarkı – türkü ve dönerli mitinglerle katılıp % 7.25 oy alan Cem Uzan’ın futbola ilgisi artık tükenmişti. Yine de Adnan Sezgin ve Aykut Kocaman takıma sahip çıkıyorlardı. Kaleye Fenerbahçeli Oğuz Dağlaroğlu’nun yanısıra Cem Can, Boliç, İsrail’li Balili, Altay’lı Aytekin, Musa Büyük, Nuri ve Tolga Doğantez transfer edilmiş, PAF’dan Yalçın, Serhat Akyüz, Ali Işık ve Emre Hamzaoğlu’da A takıma yerleşmişti. Asıl kayıplar ise Murat Erdoğan, Petkov ve Selçuk Şahin idi. PAF takımını yine Abdullah Avcı ile Ufuk çalıştırıyor, maçlar Güngören stadında oynanıyordu.

Sezon Saracoğlu stadında 3 – 0 lık bir Fenerbahçe galibiyeti ile başladı, sonucu tesadüfen Ankara otogarında öğrendim. İlk 6 haftayı zirvede sürdüren takım Kuddusi Müftüoğlunun yönettiği ( ! ) Ankaragücü ve Trabzon yenilgileri ile inişe geçti, arada Galatasaray’ı 3 – 1 yense de devreyi ancak 11. sırada tamamladı. Parasal krizler baş gösteriyor, oyuncular topluca basın toplantıları düzenliyor, federasyon bir fasıldan acil para yardımı aktarıyordu. Uche ile Saffet takımı iyi kötü ayakta tutuyor, parasızlıktan antrenmana dahi gelemeyen PAF oyuncularına bizler birkaç arkadaş maddi destek de bulunuyorduk.

Bu meşhur Ankaragücü ve Trabzon maçları ile ilgili olarak spor yazarı Barış Tut’un Kasım 2003 tarihli “Emeğin Gasp Edilmesi” başlıklı yazısından bölümleri aşağıda aktarıyorum.

“Bu satırların yazarı, kaleme aldığı hiçbir yazıda hakemlerle ilgili yorum yapmamıştır.  Bu tutum temel bir ilkeden ileri gelmektedir Oyuncular ve tarafgir kitleler, kuralların uygulanışını nesnellikle belirleyemeyeceğinden bir karar mekanizmasına gerek duyulmuştur. Yaşamı boyunca verdiği hatalı kararların altında ezilen bireylerin bilinçaltını rahatlatma girişiminden başka bir şey değildir hakeme yüklenmek.

Cumartesi günkü İstanbulspor – Trabzonspor karşılaşmasını izledikten ve uzun süre düşündükten sonra, başrolünde hakemin yer aldığı emeğe saygısızlık öyküsünü okura aktarmayı uygun gördüm. Öncelikle anlatacaklarımın kökeninde bir insanın gününde olmaması ya da kontrolünü yitirmesi gibi olguların tersine pervasızca bir kötülüğün yattığını vurgulamalıyım. Organize suçlar marifetiyle lige yükselmelere ya da ligde kalmalara, talimatlarla maç yönetilmesine seyirci kalmak futbolumuzu en dip noktaya oturttu. Kuddusi Müftüoğlu, İstanbulspor’un Ankara’da ilk yenilgisini aldığı Ankaragücü karşılaşmasında Sarı – Siyahlıların bir golünü iptal etmiş, bir oyuncusunu kritik bir kararla doğrudan oyundan atmış, Ankaragücü’nden Burak’a ikinci sarıdan kırmızı kartını göstermemiş ve İstanbulspor öne geçtiği maçı uzatma dakikalarında yitirmişti. O gün olan biteni genç bir hakemin kötü bir gününde olması biçiminde yorumlayabiliriz.

Ancak tıpkı Ankaragücü gibi sıkıntılı günler geçiren Trabzonspor’un maçında aynı hakemin öncekinden de beter uygulamalarıyla İstanbulspor’un önünü kesmesinin formsuzlukla açıklanması pek mümkün görünmüyor. İstanbulspor’un bir topu direkten dönüyor, bir golü anlaşılamayan bir kararla iptal ediliyor, iki penaltı pozisyonu görmezden geliniyor. Bocalayan Trabzon takımını, Müftüoğlu’nun oyunda tutma hevesi ve gayretini bir furbolsever olarak utançla izliyorum. İşte, diyorum kendi kendime futbolun ölümü böyle gerçekleşiyor. Emek sömürüsünün kanıksandığı bir toplumda İstanbulspor’un başına gelenler, ikiyüzlü bir düzenin gösterilerinden yalnızca biridir.”

Ligde her hafta bir basamak aşağıya kayarken, cezası nedeniyle İzmit’e alınan ve Cüneyt Çakır’ın yönettiği maçta Beşiktaş’ı Elvir Boliç’in iki golüyle 2 – 1 mağlup edip rahat bir nefes aldık. 29. Haftaya düşme barajının 3 puan üstünde 14.sırada girdik. O hafta, 10 Nisan 1994 diğer düşme adaylarından Elazığspor ile oynuyoruz. Maç 88.  dakikaya kadar 1 – 1 gidiyor. İki dakika içinde Boliç ve Balili’nin golleri ile 3 – 1 i bulduk. Tribünden fırlayıp indiğim saha içinde daha maç bitmeden sevinç içinde Bushi ve Oğuz ile sarılırken, onların formalarındaki terden kendi giysilerimin bile sırıl sıklam olduğunu hatırlıyorum. 2 Mayıs’ta da Olimpiyat stadında Galatasaray’dan Balili ve Yordanov’un golleri ile 1 puanı kurtardık. Ancak 16. Bursaspor’dan sadece 1 puan öndeyiz. 9 Mayıs’ta Güngören stadında o dönemin en düzgün hakemlerinden Serdar Tatlı’nın yönettiği maçta Gençlerbirliği’ni 3 – 0 yenince soluğu en yakın birahane’de aldık, ancak Sarı – Siyah bayrağı da “şerefe” garsonlara kaptırdık.

Sıra geldi son haftaya, Bursa hala bir puan gerimizde ve sahasında Samsunspor ile oynuyor. Biz ise Konya deplasmanındayız. Ankara’ya, oradan 15 Mayıs 2004 sabahı Konya’ya geçtim. Sevgili Ahmet Coşkun “Abi heyecan yapma, bu maçı alacağız” derken, baktım Konya’da bizlere büyük bir iltifat, o yıl çok mağdur olan Sarı – Siyah’a büyük bir sempati var. Takım otobüsünün önüne geçip tezahürat yapıyorlar, rahmetli Azize hanım ( Gürgen) ve Aykut Kocaman’ın kardeşi ile yan yana oturduğumuz protokol tribününde bizlere selam veriyorlar.

Maç başladı, yarı sakat oynayan Balili iki sıkı depar ile maçı 23. dakikada 2 – 0 a getirip oyundan çıktı. Konya santrforu ve o yılın gol kralı Zafer Biryol suskun kaldı. Hakem ise kaderin cilvesi bize zamanında çok hayrı ( ? )dokunan Zafer Önder İpek. Neyse bir sakata gelmeden karşılaşmayı 2 – 0 aldık. Koridorların manzarası görülmeye değer. Takım stat dışına çıktı. PAF takımı otobüsle İstanbul’a dönecek, A takımı ise o gece Konya Hilton’da kalıp, ertesi sabah İstanbul’a uçacak. Biz de Azize Hanım ile PAF otobüsüne yerleştik. Hareket etmeden önce Uche “ Deniz Uygar”otobüse geldi. A kadroda da yer alan gençler Yalçın ile Serhat’ı indirip kendi otobüslerine alarak kaptanlığını gösterdi.

Konya’lıların caddelerde “İstanbul, İstanbul” tezahüratları altında kentten ayrıldık. İlk mola yerinde, Konya’nın Mevlana Müzesi figürlü hediyelik ahşap işi figürlerinden 25 tane aldım. Antrenör Ufuk otobüsün hareketinden sonra kısa bir konuşma yaptı ve genç futbolculara şöyle seslendi: “ Ağabeyleriniz sayesinde bir yıl daha Türkiye PAF liginde oynayacaksınız, aksi halde İstanbul gençler liginde dolanacaktınız. İstanbulspor büyük ve tarihi bir camia. Bugünü anımsamanız için Ali Ağabeyinizin sizlere aldığı bu küçük hatırayı evinizin bir köşesinde saklayın”.Gece yolculuğu ile pazar sabahı İstanbul’a vardık. Hiç yorgunluk hissetmiyordum. 41 puanla 15. sırada da olsak, bir yıl daha 1. Ligde idik.

Ancak ertesi yıl kaçınılmaz son geldi çattı. Önce politikaya atılmanın bedeli de olarak Uzan’ların şirketleri ile beraber İstanbulspor A.Ş. ye de el kondu. TMSF’nin “badem” bıyıklı görevlileri futbolu “mekruh” saymasalar da herhalde topa pek dokunmamışlardı. Hatta Ataköy’deki spor tesislerinin başına Ferda’nın yerine akrabadan bir “berber”i, antrenörlüğe de küme düşmeye aday olan her kulübün “favori” si Erol Tok’u getirdiler. Emektar Fuat Buruk önce PAF takımını, daha sonra da Ömeroviç ( Fahrettin Ömerli) ile birlikte A takımını çalıştıracak, Güngören. Vefa, Zeytinburnu ve Olimpiyat statları arasında dolanıp duran takımın başı dönecekti.

Zaten kadrodan Balili, Boliç, Musa Büyük, Mehmet Yozgatlı ayrılmışlar, çaresizlikten Musa Kuş bile santrfor oynamaya başlamıştı. Kiralık toplanan 10 futbolcudan bir tek Ahmet Dursun 8 maç oynamış, sonra yine Beşiktaş’a dönünce takım iyice krize girmişti. İlk devre 15 puanla 16. Sırada tamamlandı. Takım 24. Haftada 17. Sıraya indi ve ligi 27 puanla, Sakaryaspor ve Akçaabat Sebatspor ile birlikte küme düşerek orada tamamladı.

(Devam edecek)

60 Yıl Sarı-Siyah: Dr.Ali Uygun (7.Bölüm)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir