Babam Ve Ben…

Biz Balkan göçmeni bir aileyiz. Bendeniz,  1964 yılının Temmuz ayında Ankara’da dünyaya geldim. O yılların çok şirin ve karlı Ankara’sı. İlkokula başlayacağım dönemde İstanbul’a taşındık. Aksaray’da küçük bir ilkokul, Mahmudiye İlkokulu… Halide Edip Adıvar’ın meşhur eseri Sinekli Bakkal’ın geçtiği mütevazı bir semtin içindeydik. Tek sinema vardı, adı Kristal. Yıl 1971… Pele ve Brezilya’nın 1970 Dünya Kupası’nı kazanma öyküsünün anlatıldığı Kupa 1970 adlı belgeseli izlediğimde futbol adlı büyük oyuna âşık oldum.

Babamın teknik direktörlük macerası da 1959 yılında İstanbulspor’da başlamış. Anlatıyor, öğreniyorum… “Hocam, seni 15-20 gün deneyelim bakalım” demişler, kabul etmiş göçmen babam, sonra o bahsettiğim güzel semtte bize ev tahsis etmişler. Tam yedi yaşını bitiriyorum, “Haydi gel, seni de antrenmana götüreyim!” dedi. Bindik dolmuşa, İstanbul Erkek Lisesi’nin önünde durduk. Bana, “Ortaokulda burada yatılı okuyacaksın” dedi. Hemen kızdım, yaygarayı kopardım, “Ben sizden ayrılmam” diye. Elbette ana kuzusuyuz efendim…

Okulun kapısından girince o zamanlar solda toprak bir saha var. Küçük bir soyunma odasında babamı sarı-siyah eşofman giymiş ağabeyler bekliyorlar. Bir top hemen ayağımın yanında, solayağım ile pis bir burun vurdum. Aferin dedi bir ses, yüzüne baktım, babam bana “Kasapoğlu Abi’ne merhaba desene” dedi. Gülümsedim, sonra çok genç iki oyuncunun topla çokiyi paslaştıklarını gördüm, “Baba bu oyuncular kim?” dedim. “Cemil ve Alpaslan, yeni buldum onları, büyük yıldız olacaklar” dedi. Bir de Yılmaz (Urul), namıdiğer Arap. Büyük kaleciymiş, yıllar sonra anlattı babam. Çarşamba başlatırmış onu antrenmanlara çünkü rakı ve beyaz peyniri çok severmiş Arap Yılmaz. Hafta sonundan sonra antrenmana çıkmak için ancak çarşamba günleri kendine gelirmiş. Akabinde babacığım beni maça, antrenmana, kampa yani futbolun içinde neresi varsa oraya götürmeye başladı. Maç toplantıları, taktik dersleri derken hep yanındaydım. 11 yaşında, yedek kulübesinde bile onunlaydım.

Babam, uzun yıllar İstanbulspor’u ve Ankaragücü’nü çalıştırdı. İki kulüp de benim için çok özeldir. Çünkü Ankaragücü’nde sahaya çıktım, yıldız takıma yükseldim, orta alanda sol kanat olarak görev aldım. Babam, o sırada kulübe ilk Türkiye Kupası’nı getirdi. Mustafa Denizli’nin kaptanı olduğu Altay’ı 3-0 yendiler. Kupa, tam on gün Ankara’nın büyük bir mağazasında halk için teşhir edildi. Ben de “Büyük futbolcu olacağım” diyordum kendi kendime, Kupa coşkusu başkentte yaşanırken babam beni çağırdı, “Bak,” dedi, “seni izliyorum, sol ayağın iyi, sağ ayağın kötü, futbol artık değişiyor. Sen ancak ikinci Ligde vasat bir oyuncu olursun. Oyuna küsme, yanımdan ayırmayacağım seni, belki antrenör olursun” dedi. Üzüldüm ama isyan etmedim.

Belgrad’da teknik direktörlük ve pedagoji eğitimi almış, Makedonya’nın Rabotniçki takımında forma giymiş, Partizan’dan transfer teklifi almasına rağmen hep ama hep vatanım deyip Türkiye’ye göç etmiş bir kişilik vardı karşımda. Haksızlığa hiç tahammül edemeyen, daima insanların yüzüne net konuşan bir karakterdi. Eskişehirspor, Konya İdmanyurdu, Sakaryaspor ve Beşiktaş; nereye gitse hep yanındaydım. Bir yandan da okuyordum. İlgimi başka alanlara çevirmedim değil, bilhassa hukuk dikkatimi çekmeye başlamıştı. Djordje Milic ve babam Beşiktaş’a gelmişlerdi. Artık günlerim Şeref Stadı’nda geçiyordu. Milic bana takılırdı, “Bak 4-4-2 oynuyoruz yine” diye. Çok kızardım, hemen “4-3-3 oyna, Avrupa şampiyonu ol” diye cevap verirdim. “Ah keşke öyle oyuncular bulsam” dedi bir gün bana.

Yıllar böyle futbolun içinde geçerken bir gün TRT’de dönemin meşhur spikeri Canan Kumbasar anons yapmıştı: “TRT’ye spor spikeri ve spiker alınacaktır, başvurular başlamıştır” diye. İşte tam o sırada annem bana döndü ve “Sen bu sınavı kazanırsın” dedi. Şöyle bir baktım, sporun içinde kalmalıydım. Babam da desteği verdi, “Kurallar, taktik dersleri benden” diye. Zaten ilkokul yıllarımdan beri kendi “kendime maç anlatıyordum, top oynarken bile anlatıyordum. Sonra dört sınav, iki yıl kurum içi eğitim ve karşınızda Ercan Taner…

İlk maçım hangisiydi, biliyor musunuz?

Beşiktaş-Adana Demirspor. Aşağıda kulübede teknik direktör Ziya Taner, yukarıda maçı anlatan Ercan Taner, hikâye böyle başladı. Rahmetli annemin “Sen kazanırsın bu sınavı” cümlesi ve yedi yaşımdan vefat edene kadar benim en büyük futbol hocam olan sevgili babam Ziya Taner…

Sevgili ailem, size çok şey borçluyum.

Ercan Taner
Socrates

İlkokul çağlarında Ercan Taner İstanbulspor forması ile.

One thought on “Babam Ve Ben…

KONSTANTINOS SINAS için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir