Bir Futbol Ütopisti: Aykut Kocaman

Aykut Kocaman teknik direktörlük kariyerinin altın çağını daha başında, İstanbulspor’da yaşamış olmalı. Evet, sonradan Fenerbahçe’deki ilk teknik direktörlük döneminde (2010-2013) takımı UEFA Avrupa Ligi’nde yarı finale çıkartacaktı ama İstanbulspor’da koşullar çok farklıydı. 2000’li yılların başının İstanbulspor’u onun futbol ütopyasının cisimleştiği yer olmuştu. 2000 yılında İstanbulspor Aykut Kocaman’a teslim edildiğinde 1990’ların ortasında takımı satın alıp pahalı transferler ve agresif bir yönetim politikası ile parlatacağını sanmış Cem Uzan ve şürekâsı kulübü çoktan terk etmiş, takım uzak mesafe deplasmanlara otobüsle gider olmuştu. Futbolcular paralarını alamıyordu. Ve böylesi olumsuz şartlarda Aykut Kocaman’lı İstanbulspor tarihine altın sayfalar ekliyordu. Takım içinde müthiş bir uyum ve dayanışma zuhur etmişti. Sezon ilerliyor, takımı hiç yenilgi almadan yoluna devam ediyordu. Ve bütün bunları Aykut Kocaman bana o dönemde siyasetin ve sosyolojinin de feyzalması ya da sağlama yapması gereken kavramlarla, sebeplerle açıklıyordu. “Otorite gitti, huzur geldi”? başlığıyla yayımlanan söyleşimde aramızdaki diyalog şöyle geçiyordu:

* Bir de siz burayı, buradaki özgürlük ortamını sevdiniz galiba. Kulübün finansörleri kulübü gözden çıkarmış, otoriter bir yönetim ya da kongre filan gibi safsatalar kalmamış. Kendi başınıza buyruk davranabiliyorsunuz yani.

— Bunun avantajları da oluyor, dezavantajları da. Biz buraya futbolcu olarak geldiğimizde beklentiler çok yüksekti. O zamanlar özgür değildi kulüp, kulüpteki ortam açıkçası. Hedefler yüksekti, başarılar hemen isteniyordu. Evet, şimdiki  İstanbulspor’un dezavantajları da fazla. Mesela seyircisinin olmaması,  bir medya desteği veya eleştirisinin olmaması. Bunlar bir dezavantaj olarak görülebilir. Ama biz bunları da avantaja dönüştürdük.

* Nasıl yaptınız bunu?

— İki buçuk sene evvel İstanbulspor kendi kabuğunun içine çekilmeye, küçülmeye zorlandı. Ondan sonra sizin söylediğiniz özgürlük ortamı oluştu. Daha az karışanın olduğu bir ortam. Söylediklerinizin çok doğru olduğunu düşünüyorum. İstanbulspor’da otorite ortadan kalkınca büyük bir huzur geldi. Teknik adam olarak da çok özgür olunabiliyor burada, çünkü yapılan hatalar çok fazla eleştirilmiyor birileri tarafından. İstanbulspor’un en önemli avantajı da bu. Futbolcular da teknik kadro Oda istediklerini kimseye bağımlı olmadan gerçekleştirebiliyor.

Ancak takımı terk eden sadece patronlar, yöneticiler değildi, Uzanların parasının parıltısına pervaneler gibi üşüşen taraftarlar da uçup gitmişti. Aykut Kocaman bu şerde de hayır görmüştü:

* Bir futbol laboratuvarı oldu burası yani. Ve burada birçok tabu yıkıldı. Mesela taraftarın ya da güçlü bir yönetimin olmaması bir avantaj oldu.

— Evet, bunlara bir de büyük para ve medya desteğini de eklemeniz lazım. Bunlar olmadan da oluyor işte. Demek ki bunlar olmazsa olmaz şeyler değilmiş. Bunu biz kanıtlamaya çalışıyoruz en azından. Bizler hep büyük seyirci önünde oynamaya alışmış, hep eleştirilen, eleştirildiği için de kendini geliştirme baskısı altında hisseden, şaşaaya alışmış insanlardık. İstanbulspor’un şimdiki oyuncularının mantalitesi  değişti. Onlar için çok fazla taraftar olmuş, olmamış fark etmiyor. Hatta karşı takımın çok taraftarının olması bizi motive ediyor. Basının ilgisizliğini de kabullendik. Sahaya kendi işimizi kendimiz için yapmaya çıkıyoruz. Bizdeki oyuncular kendilerini kendileri için geliştiriyorlar, çok taraftarı olan takımların oyuncuları ise taraftar baskısı yüzünden kendilerini geliştiriyorlar. Onlarda zorlama söz konusu, bizde bu zorlama yok.

İş artık iyice siyasete binmişti sohbetimizde, yürüyorduk bir futbol, hatta siyaset, hatta hayat ütopyasına doğru:

* İktidarları sevmiyorsunuz. Oyuncuyken de iktidarlarla, kulüp yönetimleriyle aranız pek iyi olmadı.

— Evet, sevmiyorum. İnsan hayatında iktidara ve iktidar kavgasına gerek olmadığını düşünüyorum. Çünkü insan hayatı çok basit aslında.  Bu iktidarlar, bu iktidar kavgaları bu hayat için çok fazla.

* Fenerbahçe’den uzaklaştırılmanızda da bu dünya görüşünüzün, iktidara karşı bu eleştirel tutumunuzun mu etkisi oldu? Hakim futbol ideolojisinin dışından bir yerden bakıyorsunuz yeşil sahaya? (1996 yılında 1988’den beri oynadığı Fenerbahçe’den ayrılmaya zorlanıp futbolcu olarak İstanbulspor’a geçmişti. Aykut’un Fenerbahçe’den gitmeye zorlanma sebebi olarak 5 Mayıs 1996’da Trabzon’da Trabzonspor ile oynadıkları maçtan sonra yaptığı açıklama gösterilmiştir. Maçta Trabzonspor 1 puan alsa şampiyon olacaktır ve Abdullah Ercan’ın golü ile öne geçmiştir. Ancak maçı Oğuz Çetin ve Aykut Kocamar’ın golleri ile Fenerbahçe kazanır. Bir Trabzonlu yurttaş üzüntüden kendisini öldürmüştür. Aykut şöyle der: “Keşke bu maçı almasaydık da o vatandaş ölmeseydi, bütün bir sezonun emeğini böyle maçlara bağlıyorsunuz, Trabzonsporlu arkadaşlar için üzülüyorum.”

— Evet, kısaca söylemek gerekirse bu şekilde oldu. Benim farklı olmamdı bunun sebebi. Eğer daha kolay boyun eğen birisi olsaydım, Fenerbahçe’de kalabilirdim.

Kulüp başkanından en genç, en çaylak futbolcuya, masöre, malzemeciye kadar inen bir iktidarlar yığını, belki de mekanizması olan, az biraz kıdemli oyuncunun diğerine ayakçı (söz konusu futbol olunca “ayakçı” tabiri pek olumsuz kaçmıyor ama…) muamelesi yaptığı profesyonel futbolun alanında iktidarı reddetmeye kalkışan biriydi Aykut Kocaman. Bütün bu söyledikleriyle Aykut Kocaman bana Richard Sennettin” Düzensizliğin Yararları” adlı kitabındaki bir sosyal deneyi hatırlatmıştı: Amerikan varoşlarında birbiriyle kavga eden, birbirine şiddet uygulayan etnik grupların polis otoritesi aradan çekilince sorunlarını nasıl şiddet dışı yöntemlerle çözdüklerine ve barış yaptıklarına dair…

Aykut Kocaman’ın atipikliğini bütün oyunculuğu boyunca tipi de tamamladı. Aykut Kocaman’ın futbolculuğunun en parlak dönemi 80’li yıllarla 90’lar arasında geçmiştir. Bütün dünyada popüler kültürde stilin içeriğin önünde olduğu o vatkalı, bandanalı, önde kısa, arkada uzun, tepede yığılmış saçlı yıllar. Pop  müzisyenlerinin en rüküş dönemi.  Futbolcular ise sahada yele gibi dalgalanan saçlarıyla koşuşturuyorlardı o yıllarda. Ve tam da koşu ile uçuşmanın bu görsel uyumu onları o yılların rüküşlüğünden kurtarıyordu. Estetiği elden kaçırmamışlardı futbolcular o dönemde de. Zaten futbolcunun uzun saçlısına itibar sonraki yıllarda da sürecekti, popçular çoktan dökük tişört, kirli blucine döndükten sonra bile.

Aykut Kocaman ise bu “aerodinamik estetik”e hiç prim vermemişti. Saçları sınıfın çalışkan öğrencisine yakışır kısalıktaydı ve taralıydı. Bu onun imaj ve medya konularındaki tavrının işaretiydi. Belki de bu yüzden üç sezon gol kralı olduğu yıllarda bile altın krampon ya da altın ayak olmadı; 42 numara, becerikli bir çift ayak olarak kaldı medya için.

Aykut Kocaman’ın medya ile problemi ya da arasındaki mesafe teknik direktörlük yıllarında daha da büyüdü. Medyanın başarıya endeksli olması, başarısızlık durumunda bunun sebebini muhatabına sormaması, sadece parıltı ve güç ile ya da gücün parıltısı ile ilgilenmesi onu rahatsız ediyordu.

Söyleşimiz öncesinde beni de 10 gün uğraştırmış, randevulaştığımız gün ise defalarca ertelemiş, sonunda pes etmişti. Ona bu ayak diremesinin sebebini sorduğumda şöyle diyecekti:

* Ama sizin kariyeriniz de iki günlük bir şey değil ki. Futbolculuk döneminiz istikrarlı ve uzun bir başarı öyküsüydü. Sadece teknik direktörlük başarınız yeni.

— Evet, 88’de Fenerbahçe’ye transferimden beri piyasanın tanınan isimlerindenim. Başarı veya başarısızlık anlamında piyasanın içindeyim. Ama teknik direktör olarak başarım, bir kısa dönem başarısı şimdilik. Bizim işimizde ya da başka işlerde, kısa dönemlik bir başarının ardından insanlar çıkıp başarının sırlarını anlatıyorlar. Başarıyı konuşmak çok kolaydır. “Şunu yaptık, bunu yaptık,” diyorlar. Sonra öyle dönemler oluyor ki, aynı şeyleri yapıyorlar ama başarısız oluyorlar. Peki o zaman medya niye aynı insanları çağırıp konuşturmuyor? O zaman öyle yapıyordunuz, çünkü başarılıydı. Şimdi bir de niye başarısız olduğunu dinleyin bakalım. Böyle pozisyonlara düşmemek için medyadan kaçıyorum. Medya başarı öykülerini, pırıltılı şeyleri seviyor.

Seneler geçti ve Aykut Kocaman yine Fenerbahçe teknik direktörü. Ve takımı pek de başarılı bir sezon geçirmezken o da bu başarısızlığın sebebini anlamaya, kamuoyuna anlatmaya çalışıyor. Ve medyanın ona cevabı yine sert eleştiriler, gözden düşürme girişimleri, saldırılar oluyor. Başarılarının canlı anısından kan alınıp başarısızlığının güncelliğine kan veriliyor. Böylece başarılının başarısızlığı daha da büyük oluyor.

Ahmet Tulgar