Kaynaşmış Bir Kulüp

Birinci Lig play-off finalinde Bandırmaspor’u 2-1 yenen İstanbulspor, 17 yıl aradan sonra Süper Lig’e döndü. Bu, sarı-siyahlı takımın Türkiye liglerinin en üst kademesine üçüncü geri dönüşü oluyor. Bu dönüşlerin ilki 1967-68 sezonunda gerçekleşmişti. Yukarıdaki fotoğrafta, İstanbulsporlu futbolcular 1968-69 sezonunun ilk haftasında Beşiktaş’la oynamak üzere sahaya çıkıyorlar. Sarı-siyahlılar bir önceki sezon düştükleri İkinci Lig’den, şampiyonluğunu büyük puan farkıyla bitime haftalar kala ilan ederek, o zamanki adıyla Türkiye Birinci Ligi’ne geri dönmüşlerdi. İşte o Beşiktaş maçı öncesinde sarı-siyahlılar, “nerede kalmıştık” dercesine fotoğrafta görülen pankartla sahaya çıkıyorlar. Beşiktaş’a 1-0 yenilen İstanbulspor, o sezonun en parlak sonucunu, bu maçtan birkaç hafta sonra Fenerbahçe’yi 3-0 yenerek almıştı. Benim İstanbulspor’la ilgili hatırladığım ilk anı da bu maça ait. O tarihte ilkokulun ikinci sınıfındayım. Birkaç günlük bir bayram tatili olsa gerek, annemle birlikte dede evine doğru yolculuktayız. Otobüs E-5’ten Trakya’ya doğru ilerlerken, arka koltukta oturan yolcunun küçük radyosundan dinlediği maçlara kulak kabartıyorum. Merkezdeki spiker, “Mikrofonlarımız şimdi İstanbul Mithatpaşa Stadyumu’nda” diyor. İçimden, “Tamam, Fenerbahçe gol attı,” diyorum. Lakin golü İstanbulspor atmış. Birkaç dakika sonra da ilk yarı sona eriyor. “Daha vakit erken, Fenerbahçe ikinci yarıda maçı kazanır,” diye düşünüyorum. Ama öyle olmuyor. İlk golü atan Bilge Tarhan, ikinci devre ortalarında durumu 2-0 yapıyor. Maçın son dakikalarında Kasapoğlu da penaltıdan attığı golle sonucu belirliyor. Fenerbahçe ezeli rakiplerine karşı aynı skorla yenilse muhakkak ki çok üzüleceğim ama İstanbulspor karşısında aldığı bu ağır mağlubiyetten pek etkilenmiyorum. Yıldırım, Türker, Bilge, Kasapoğlu gibi pek yaygın olmayan isimler o günden sonra hafızama yerleşiyor.

Bir başka çocukluk anısı da yine İstanbulspor’la ilgili ve bu maçtan bir iki sene sonrasına ait olmalı. İstanbul’un Anadolu yakasında, Ankara asfaltına yakın bir yerdeki mahallemiz henüz apartmanların istilasına uğramamış durumda. Etrafta top oynamaya uygun bir sürü çayır var ve bunlardan bir tanesi nizami bir saha büyüklüğünde. Mahallenin büyükleri buraya tahtadan direklerle iki kale dikip kireçle çizgiler çekiyor. Hafta sonları bu sahada iddialı mahalle maçları yapılıyor. Biz de kendi yaşıtlarımız arasında bir takım kurmaya karar veriyoruz, ancak forma rengini seçmekte zorlanıyoruz. Takımdakiler Beşiktaş, Fenerbahçe veya Galatasaray taraftarı; ancak birinin renkleri seçilse diğerleri itiraz edecek. Sonuçta İstanbulspor’un renklerinde karar kılıyoruz ve sarı-siyah parçalı formalar yaptırarak maçlara çıkıyoruz.
Bizim mahalle takımımızın ortak tercihi gibi, İstanbulspor o yıllarda hemen her futbolseverin sempati duyduğu bir kulüptü. Bunda muhtemelen İstanbul Erkek Lisesi gibi bir eğitim kurumunun bağrından doğması, yöneticilerinin büyük bir kısmının yine bu camianın mensubu eğitimli ve kültürlü kişiler olması, futbolcu kadrosunun da onlara paralel olarak görgülü, efendi ve temiz top oynayan insanlardan oluşması önemli rol oynamıştı. 1932’de Türkiye Futbol Birinciliği’nde şampiyon olarak bu unvanı İstanbul’a getiren ilk takım olan İstanbulspor, bu başarıyı daha sonra yeni şampiyonluklarla sürdüremeyince, büyük bir taraftar desteğine sahip olamadı. Türkiye Ligi’nin henüz kurulmadığı ellili yıllarda, İstanbul Profesyonel Ligi’nde mücadele eden sarı-siyahlılar 1956-57 ve 1957-58 sezonunda üçüncülüğü elde ettiler. O yıllarda herkesin gıpta ettiği Kasapoğlu, Aydemir, İbrahim, İhsan, Yüksel forvet hattına sahip olan takım, arkasında bir de seyirci desteği bulsa belki de şampiyonluğa oynayacaktı.
Bir eğitim kurumunun içinden çıkan İstanbulspor kulübü, Türkiye Ligi’nde mücadele ettiği altmışlı yıllarda, futbolcularının da eğitimli olmasına önem veriyordu. Liseyi bitirenlerin bile az sayıda olduğu o dönemde, üniversitede okuyan birden fazla İstanbulsporlu vardı. Günay Yavaş hukuk, Bilge Tarhan inşaat mühendisliği, Türker Gülsoy eczacılık, Bülent Buda ve Yalçın Saner iktisat, Alpaslan Eratlı kimya tahsili yapıyordu. Erdoğan Tokol, Koço Kasapoğlu, Yılmaz Urul gibi eğitim hayatını yarıda bırakan futbolcular da görmüş geçirmiş birer İstanbul beyefendisiydi. Uzun yıllar sonra bu futbolcuların bir çoğuyla tanışıp anılarını dinleme şansına eriştim. Yazının girişinde anlattığım 3-0’lık Fenerbahçe maçının kahramanı Bilge Tarhan, bu maçtan iki gün sonra yapılan nişan töreni sırasında müstakbel eşinin hasta Fenerbahçeli kuzeninin onun elini sıkmamasını gülerek anlatmıştı. Yine onun anlattığına göre, yöneticileri ve antrenörleri eğitimini aksatmaması için ellerinden geleni yapmışlardı. Takım sayısının çokluğu nedeniyle Cumartesi-Pazar üst üste iki maç oynanan yıllarda, arkadaşları Ankara ve İzmir deplasmanlarına tren ve gemiyle gidip dönerken, Bilge Tarhan Cuma günleri derse girdikten sonra akşam uçağıyla gidiyordu. Aynı şekilde Pazartesi sabahı okula yetişebilmek için Pazar günü maçtan sonra akşam uçağıyla İstanbul’a dönüyordu. İstanbulsporlu yöneticiler, diğer kulüpler gibi futbolcularına büyük paralar veremese de, yukarıdaki örnekte olduğu gibi okumaları, iyi bir gelecek kurmaları için elinden geleni yapıyordu. Futbolcular da bunun karşılığında başarılı olmak için çalışıyorlardı. Yalçın Saner, “Kaynaşmış bir kulüptük, birbirini sayan, seven. Pirim hiç konuşmazdık ne alacağız diye. Çok, çok güzel bir kulüptü İstanbulspor, hâlâ da çok güzel bir kulüp bence,” diyerek bu durumu ortaya koyuyor.
İlk tanıştığım İstanbulsporlu olan Bülent Buda da futbol yaşantısının en muhteşem beş yılını İstanbulspor’da geçirdiğini belirterek şöyle devam ediyordu: “O yöneticileri ve arkadaşları unutmam mümkün değil. Şeref Stadı’nda veya Karagümrük Stadı’nda o günün koşullarında, o çamurlu berbat sahalarda idman yapıyorduk. Buna rağmen dolu dolu yaşadığım bir beş yıl oldu. İslam Çupi bizim için, ‘Bu çocuklara herhangi bir Anadolu takımının formasını giydirin ve salın sahaya, bakın bakalım o kentte tribünler ne oluyor,’ diye yazmıştı. Anadolu’da çok sevilen bir takımdık. En az küfür yiyen takım bizdik.” Yine Bülent Buda, “Muhteşem bir takım olduğumuz halde düştük” diyordu 1966-67 sezonu için. Bir yıl aradan sonra döndüklerinde daha da muhteşem bir takım olmuşlardı. Fazla dağılmayan takıma Türk futbolunun istikbal vaat eden genç yıldızları – Sarıyer’den Cemil Turan, Davutpaşa’dan Alpaslan Eratlı, Beylerbeyi’nden Ahmet Altıntaş (Boncuk Ahmet) – katılmıştı. Yıldızlarla dolu kadrosuna rağmen taraftarsızlıktan muzdarip olan bu takım, en parlak günlerini 1970-71 sezonunda yaşadı. Sezonun ikinci yarısının ilk maçında Fenerbahçe’yi 1-0 yenen sarı-siyahlılar, ertesi hafta Beşiktaş karşısında da aynı sonucu aldı. Ardından Vefa ile 0-0 berabere kalan İstanbulspor, ertesi hafta karşılaştığı Galatasaray’ı ise 3-0 yendi. Bu maçtaki son gol iki bekin işbirliğiyle atılmış, sol bek Yalçın’ın ortasında sağ bek Alpaslan, topu Yasin’in koruduğu kaleye göndermişti.
Milliyet gazetesi foto muhabiri Yılmaz Canel’in unutulmaz karesi. 6 Mart 1971’de Galatasaray’ı 3-0 yenen İstanbulsporlu futbolcular, ikinci golden sonra sevinç içinde.

Ertesi sezon bu kadroya Müjdat Karanfilci ve Dimitri Pantazi gibi başarılı genç futbolcular katılmıştı ama İstanbulspor bir kez daha küme düştü. Tek tek bakıldığında çok iyi futbolculara sahip olan kulüp, iyi yönetilemediği, para sorunlarını çözemediği için bir kez daha İkinci Lig’in yolunu tuttu. İlk sezon bir müddet zirveye oynasa da, artık rakipler Trabzonspor, Gaziantepspor, Kayserispor gibi temsil ettiği vilayetin bütün güçlerini arkasına alan takımlardı. Bunlara ilaveten ekonomik sorunların da artmasıyla birlikte, İstanbulspor 1974-75 sezonunda bu kez Üçüncü Lig’e düştü. Ertesi sene Ispartaspor’un ardından averajla ikinci olduğu grubunda İzmirspor ve Karşıyaka gibi eski tanıdıklar vardı. Sarı-siyahlı takım burada da dört sene tutunabildi ve 1978-79 sezonunda bir kez daha düşme üzüntüsünü yaşadı. Bir zamanlar kendisi gibi Birinci Lig’de yer alan Feriköy, Hacettepe, PTT, Kasımpaşa, Yeşildirek gibi takımlarla birlikte 1979-80 sezonunda kupa usulü oynanan terfi maçlarına katılan İstanbulspor, yarı finalde Petrolofisi’ne elendi. Ertesi sene lig usulü düzenlenen terfi maçlarında grubunda ikinci olarak İkinci Lig’e yükseldi. Bir önceki sezon siyaset futbola bir kez daha müdahale etmiş ve Üçüncü Lig ile İkinci Lig’i birleştirmişti. Derken Üçüncü Lig tekrar kuruldu ve İstanbulspor iki sene sonra bu kademeye döndü. Sekiz yıl boyunca eski günlerin özlemiyle Üçüncü Lig’de mücadele eden kulüp 1991-92 sezonunda şampiyon olarak İkinci Lig’e yükseldi. Bu arada Uzan grubu kulübü almış ve Birinci Lig’e dönmek için Tanju Çolak gibi pahalı transferler yapmaya başlamıştı.

Bu hamleler 1994-95 sezonunda sonuç verdi. Bulunduğu grubu birinci sırada tamamlayan İstanbulspor, 10 takımın yer aldığı play-off grubuna yükseldi. Bu grupta da Karşıyaka’nın ardından ikinci olan sarı-siyahlı takım, 23 yıl sonra Türkiye Birinci Ligi’ne döndü. Bu dönemde yerli yabancı birçok yıldızı kadrosuna katan kulüp, 1997-98 sezonunda dördüncü sırayı alarak lig tarihindeki en iyi derecesini elde etti. Ancak kısa bir süre sonra Türkiye’nin yaşadığı ekonomik çalkantılar ve Uzan grubunun şirketlerine el konulan süreçte İstanbulspor da TMSF’nin eline geçti. Yaşanan ağır şartlara Aykut Kocaman yönetiminde direnen kulüp, 2003-04 sezonunda düşmekten son anda kurtulsa da, ertesi sezon beklenen düşüş gerçekleşti. Bu arada ligler dört kademeye çıkarılmış ve en üst kademe Süper Lig adını almıştı. Üç sezon Birinci Lig’de mücadele eden İstanbulspor 2007-08’de İkinci Lig’e, 2009-10’da Üçüncü Lig’e düştü. Bu arada kulübü devralan Sarıalioğlu ailesi, tesisleşmeye ve altyapıya önem verdi. Uzun vadeli tedbirler sonuç vermeye başlayınca, 2014-15 sezonunda grubunu dördüncü sırada bitiren İstanbulspor, play-off maçlarında başarılı olarak İkinci Lig’e yükseldi. İki sene sonra, bu kez grubunu şampiyon olarak tamamlayan sarı-siyahlılar doğrudan Birinci Lig’e yükseldi. Geçen yıl play-off yarı finalinde Altay’a elenen İstanbulspor, bu kez yine play-off maçlarında başarılı olup üçüncü kez liglerin zirvesine döndü. Artık çok büyük bütçeli kulüplerin mücadele ettiği bu ligde, İstanbulspor’un genç yeteneklere önem veren geleneksel çizgisini sürdürüp kalıcı olmasını diliyorum.

Fethi Aytuna
18 Haziran 2022

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir