Temmuz 1997 de İstanbulspor Intertoto grup maçlarında 1.oldu. Macar Vasas (2 – 0) ve İsveç Oster ( 2-1 ) maçlarını izledik. 25 Temmuz’da İstanbul’daki ilk Lyon maçını da 2 – 1 galip bitirdik, ancak rövanşda 2 – 0 ile elendik. Daha sonra oyunculara maçın nasıl kaybedildiğini sordum. Rakibin fizik olarak çok güçlü olduğunu ve bir türlü oyun tutturamadıklarını belirttiler. O Lyon daha sonra 2001 – 2002’ den başlayarak kesintisiz 7 yıl Fransa şampiyonu olacaktır.
Eylül 1997 de takım Kocaelispor maçı öncesi Sapanca Oteli’nde kampta. Hafta sonu Sapanca’daki evimden ziyarete gittim. Oğuz, Aykut, vd ile göl kenarında sohbet ederek yürüyoruz. Sergen ise odasında devamlı at yarışı mesaisinde, sadece yemek saatlerinde çıkıyor. Lobide yardımcı antrenör Ziya Doğan ile konuşurken bana “ Bak ağabey” dedi, bizim dönemimizde eski futbolcular bizlere çürük arabalarını satmaya çalışırlardı; oysa şimdi Aykut, Oğuz gençlere samimiyetle paralarını nasıl değerlendirebileceklerini anlatmaya çabalıyorlar.”
13 Aralık1997, Mersin’den Adana’ya, oradan öğle uçağı ile İstanbul’ a zar zor ulaştım. Eve gitme şansım bile yok, sanırım çantayı akrabalardan birisine bıraktım. İnönü’de G.Saray’ı Saffet ve Hamza’nın golleri ile 2 – 1 yendik, Vahap Beyaz maçının rövanşını aldık.
22 Aralık 1996. Bir gün önceden Çanakkale’ye varıp akşam mutadı veçhile Yalova Liman Lokantası’nda çiroz, lakerda ve uskumru’dan oluşan akşam yemeğini yedim. Sabah rahmetli Şükrü İstanbul’dan geldi. Biraz vakit geçirip Dardanelspor maçına gittik. Adnan Sezgin’ in daveti ile oturduğumuz Protokol tribününde centilmen Çanakkale’li yöneticiler bizleri “Hoşgeldiniz” ile karşıladılar. Rahat bir maçı 3 – 1 galip bitirdik, 6 – 7 olabilirdi. Maçın ardından benim araba ile yola çıktık, Star TV muhabiri bayan da bize katıldı. Tekirdağ’da köfte molasında yine takım ile karşılaştık. Yemeğin sonunda Şükrü Oğuz’a “Kaptan 5 – 6 atardık, niye durdunuz”?” diye sordu. Oğuz bütün efendiliği ile “Kaleci Engin bizim arkadaşımız, ayıp olmaz mı ?” diye yanıtlarken, o centilmenliğini nasıl hakettiğini bir kez daha kanıtladı. Kaleci Engin İpekoğlu, 2015 – 16 sezonunda Adanaspor’u yıllar sonra Süper Lig’ e çıkardığında bu kez de Teknik Direktör olarak büyük alkışı hak etmiştir.
Bir paragraf da Neumann’ın gidişine açalım. Takımın iyi oyununa rağmen bir kısmını yukarıda saydığım sayısız hakem kararları ile bir türlü daha üst sıralara çıkamaması hocayı çok üzmüştü. Bir sohbetimizde “Biliyorum futbol bir ülkenin aynasıdır, orada bozuk, ters ne varsa futbola da yansır, ama göz göre yapılanları bir türlü anlayamıyorum” diye yakınınca, “ Burada her şey 3 Büyüklere göre ayarlanmıştır, taraftar – medya – basın –federasyonlar ve kurulları – yayıncı kuruluş, hatta politika, hepsi bu sistemin birer parçasıdır” diye yanıtladım. Şimdi o zamanlar pek ortada olmayan bir de bahis ayağı vardır. Ama bırakın diğer kulüpleri, Trabzon bile artık devre dışıdır, yalnız Bursaspor’un nasıl şampiyon olabildiğini açıklayamıyorum. Oysa daha önce başa oynayan Gençlerbirliği, Kocaelispor, Sivasspor vd. kulüplerin ipi son haftalarda çekilmedi mi? Türkiye böyle de, Almanya, Fransa, İspanya, İtalya, İngiltere, Portekiz liglerinde de 2 – 3 kulübün tekelleşmesi yok mu? Neumann bu şekilde Türkiye’den buruk ayrıldı. Ancak ona en çok dokunan, Cem Uzan’ın ona bir veda randevusu dahi vermemesi olmuştur.
Burada sırası gelmişken bir de “protokol tribünü” konusuna değinelim. 60 yılda herhalde 30 statta “ Şeref” ya da “Protokol” tribününde maç izlemişimdir. Eskiden bu tribünün bir adabı vardı. Burada yöneticiler, protokol zevatı ve davetliler oturur, kimse tezahürat yapmaz, bağırıp çağırma ya da çekirdek çitleme yoktur, centilmence maç seyredilir, galip takım tebrik edilir, herkes efendice maçını seyredip ayrılırdı. Ancak 90 – lı yıllardan başlayarak, sadece taşrada değil, İstanbul ve Ankara ‘da da kravatlı ( ! ) amigo zevat bu tribüne yerleşti. Şimdi kavganın, tezahürat’ın, gösterinin hatta adam dövmenin haddi hesabı yok. Bunları neye anlatıyorum, üzerimize tükürüldüğünü, küfür edildiğini bile yaşadım. Bir de tam karşıtı bir olay anlatayım. Alsancak stadında bir karşılaşma. İstanbulspor maçı kurtaran golü attı. Ben bırakın bağırmayı, alkışlamayı hatta konuşmayı; sadece oturduğum koltuktan refleks olarak hızla ayağa kalktım. O an protokol tribününde biraz arkada olan en eski hakemlerden gerçek duayen Hakkı Gürüz ile gözgöze geldik. Bana öyle bir baktı ve adabı muaşereti hatırlattı ki, hızla ve sessizce yerime çöküp kaldım.
Her türlü parasal yatırım, kadro, hoca vs derken 1997 – 98 sezonunda da 4.lükten yukarı çıkamamak ve sadece UEFA kupasına katılma hakkını kazanabilmek, Başkan Uzan’ın hevesini kaçırmaya başlamıştı. Sanırım o sıralar baba Kemal Uzan’ın da rest çekmesine denk gelir ki, kulüpten duyduğumuz sadece İmar Bankası’ndan kullanılan paranın 65 milyon dolara erişmiş olduğu idi. Bu dönemeçte Uzan’lar sahibi oldukları diğer kulüp olan ve Çukurova Elektrik nedeniyle sıkı ilişkileri bulunan ve 1998 yılında 1. Lige taşıdıkları Adanaspor’a ağırlık vermeye başladılar.
Bu şekilde takım 1998 – 99sezonuna UEFA kupası maçlarıyla başladı. 2. Eleme turunda Romen Arges Pitieşti’ye ilk maçta 2 – 0 yenilip, rövanşta İnönü stadında 4 – 2 galip gelmesine rağmen Zdravkov’ un yediği talihsiz gol ile elendi. Ben izdihamdan o maça giremedim. , zira önceden Müslüm Gürses konseri ( ! ) düzenlemişler ve bütün jiletçiler oraya toplanmış. Bunun üzerine ligde de orta sıralarda giden takımdan önce Altan, Ender, Hamdi, Şenol, Emrah; daha sonra da Zdravkov, Fuat, Atakan, Oğuz ve Engin düşmeme mücadelesi veren Adanaspor’a kaydırıldı. O yıl takıma solbek Bulgar milli Petkov, Fransız milli Ferri, Ahmet Yıldırım, Mehmet Yozgatlı ve Demiroviç katılmıştı.
O sezonun 2 belirgin olayının ilki 13 Aralık 1998 günü Saraçoğlu stadında oynanan Fenerbahçe maçıdır. 62. Dakikaya kadar 0 – 0 giden karşılaşmada Mustafa Doğan o tarihe kadar 50 kez genç milli takımlarda oynamış olan Güven Kocabal’ ın ayağını tekmeyle 2 yerden birden kırdı ve hakem, tabii ki muhterem Serdar Çakır ( ! ) bırakınız sarı, ya da kırmızı kartı, faul bile vermeyip, İstanbulspor’a da toplam 7 sarı kart sunarak Fenerbahçe’ye 2 – 0 ‘ ı hediye etti. Güven bu olayın sonucunda tam 1 yıl futbol oynayamayacak, kariyeri büyük ölçüde etkilenecektir.
Diğer olayda ise Beşiktaş, o sıralar TBMM başkanı olan Hikmet Çetin’in üstün gayretleri ile İnönü stadına sahip oldu. Beşiktaş’ın teknik direktörü olan John Toshack burada her hafta maç oynanamayacağı konusunda gazetecilere demeç patlatırken, stad takımına geçince antrenmanları bile İnönü’ye aldı. Bu arada Beşiktaş İstanbulspor’dan maç başına 30 bin dolar talep edince, takım yine Bayrampaşa stadının yolunu tuttu. Ancak Beşiktaş yıl sonunda 600 bin dolarlık stad kirasını ödemedi ve Gençlik Spor Genel Müdürlüğü’nü basketbol şubesini kapatmakla ürküterek Dolmabahçe stadının sahibi oluverdi.
O tarihten bu yana, neredeyse 20 yılda Beşiktaş’ın sadece 3 kez şampiyon olabilmesinin nedeni sanırım 1. Lig maçlarını burada oynayan diğer İstanbul kulüplerinin ahını almış olmasıdır. Kanımca, İnönü, Dolmabahçe Mithatpaşa, Vodafone Arena derken, stada Seba’nın yanısıra Çetin’in adını da eklemeleri yerinde olacaktır.
(Devam edecek)