Mükemmel Bir Müdafi: Bahattin Baydar

Bahattin Baydar 1980’li ve 90’lı yıllarda futbol kamuoyu tarafından Beşiktaş kulübünün en tanınan isimlerinin başında geliyordu. Bunda önce Gordon Milne’in, sonra Cristoph Daum’un yardımcılığını yapması kuşkusuz büyük rol oynamıştı. Oysa onun Beşiktaş’la birlikteliği çok daha eskilere, 1950’lerin ortasına uzanıyor. Genç takımda başlayıp A takımda devam eden futbolculuk hayatını İstanbulspor’da noktaladıktan sonra yine aynı kulüpte başladığı antrenörlüğü Beşiktaş’ta sürdürerek kulübün en parlak yıllarında pay sahibi oldu. Onun hayat hikâyesine dair anlattıkları sadece futbol tarihimizin değil, İstanbul’un da artık geri gelmesi mümkün olmayan bir dönemine ışık tutuyor. Hele askerlik hizmeti sırasında yaşadıkları sanki asırlar öncesine ait gibi. Öncelikle Erenköy’deki çocukluk günlerini onun anlatımıyla aktaralım:

“1936’da Erenköy’de doğdum. Babam Erenköy’deki Zihni Paşa Camisinin on altı sene imamlığını yaptı. Beş kardeştik. Ethemefendi Caddesinde yukarıdan aşağıya inerken, sağ tarafta tren köprüsüne gelmeden evvel babamın bir manifaturacı dükkânı vardı. Ben hatırlamıyorum ama Perşembe günleri, yani Erenköy pazarının kurulduğu günde, dükkândaki malzemeleri alıp caminin etrafında sergi kurarlarmış. Çocukluğumuz ikinci dünya savaşı yıllarına denk geldi. Geceleri evlerde karartma yapılırdı. O devirlerde Sümerbank vardı; çaput bezleri, basmalar karneyle dağıtılırdı. Herkesin karnesinden kuponlar kesilerek kumaş verilirdi. Fırından karneyle ekmek alınırdı o senelerde. Biz dükkânda babama yardım ederdik. Tezgâhta oturup gelenlerin kupon kesme, para alışverişi gibi işlerini görürdük. Zamanla kumaş kesmeye de başladık. Babamdan kalma kumaş ölçmeye yarayan ahşap metre şimdi Ümraniye’deki ofisimde asılı duruyor. O günlerden dolayı elim işe çok yatkındır. Eskiden futbol toplarını çok güzel dikerdim. Hatta şimdi bile olsa dikerim. Eskiden ayakkabıların altında demirden kabaralar olurdu. Bizim dükkânda kabara vardı, onlardan çakardık ayakkabılara.”

“Geçim zor, ayakkabıların uzun süre dayanması lazım. Çocukken yolda ayakkabımızla taşa, toprağa tekme atıyorduk. Yeni bir ayakkabının temin edilmesi kolay iş değildi o yıllarda. O yüzden büyüklerimiz top oynamamıza kızardı. Bu caddede (Ethemefendi Caddesi) taş koyup kale yapar, maç yapardık. Çocukluğumuz çok hareketli ve ağaç tepesinde geçti. Ben tel cambazlığı dahi yaptım. Biraderle evimizin bahçesinde iki ağaç arasına tel gerdik. Ayaklarımızın altına kaymasın diye reçine sürdük. Güzel bir denge sopası yaptık. Dört tekerlekli bir patenimiz vardı. Ufacık çocukken bile Ethemefendi Caddesinin üst tarafından o patenle Bağdat Caddesine inerdik. Şimdi Marmara Yelken Kulübünün olduğu yerden denize girerdik. O senelerde insanlar İstanbul’dan yaz tatilini geçirmek için Erenköy’e gelirdi. Yazın babam aylaklık etmeyelim, topun peşinden koşmayalım diye bizi yedi sekiz yaşındayken kunduracı yanına çırak vermişti. Orada çok şeyler öğrendim. Daha sonraki bir devirde büyük biraderimin kayınpederinin Beyazıt’ta bakırcı dükkânı vardı. Orada da bakırcılık üzerine çok deneyim kazandım.”

“Ben Erenköy istasyonu aşağısındaki 38. İlkokulda okudum, şimdi Erenköy İlkokulu oldu. Onun alt tarafında Bağdat Caddesine cephesi olan boş bir arsa vardı. Orada futbol turnuvaları tertiplenirdi. İstanbulsporlu Aydemir, Beykozlu Haluk, Galatasaraylı Paytak Bülent de o turnuvalarda oynardı. O zamanlar yazlar bambaşka geçerdi, her tarafta arsalar, sahalar vardı. Erenköy’de Fırın Sokağın Göztepe tarafına yakın olan yerinde, birisine ait bir arsaya elimizde çapalarla gidip düzelttik ve saha durumuna getirdik. O devirlerde CHP’nin lokali vardı tren köprüsünün hemen orada. O sahada Altı Ok diye bir turnuva tertip edildi. Zaman zaman mahalle maçları yapıyorduk. Ağabeyim Ziya ve benim ilk kulübümüz Göztepe’deki Hilal kulübüydü. Daha eskiden Erenköy’deydi o kulüp, sonra Göztepe’ye taşındı. Erenköy tren istasyonunun alt tarafında top sahası vardı. Yazları orada maçlar oynanırdı. Kulübün ilk yeri de o sahanın yanındaydı. Gazeteci Kahraman Bapçum’un ailesi orada otururdu. Hilal takımı olarak Gönen’de bir turnuvaya gittik. İçimizde Ziya, Haluk, Bülent gibi tanınmış oyuncular olduğu için itibar görüyorduk.”

Söz Ziya Baydar’dan açılınca burada araya girip onun nasıl bir futbolcu olduğunu sorduğumuzda şunları anlatıyor Bahattin Baydar: “1933 doğumluydu. 1995’te kaybettik kendisini. Ailemizin en sağlıklı yaşayan ferdiydi. Caddebostan’dan denize girip Adalar’a yapılan yüzme yarışında ilk üçün içinde çıkmıştı adaya. Rahmetli biraderimle İnönü Stadında karşı karşıya oynadık. Beykoz’da yaklaşık on iki sene top oynadı. O sağ iç oynardı, top tekniği çok yüksekti. Müthiş bir tekniği vardı. Yüksek inşaat mühendisiydi. Benim Beşiktaş’a bir oyuncu transferi için Çekoslovakya’ya gittiğim sırada kötü haberi aldım. Seyahati yarıda bırakıp geldim. Hastaneye kaldırmışlar. Üç gün sonra vefat etti.”

Ziya ve Bahattin Baydar kardeşler lisanslı olarak ilk kez semtlerinin takımı sayılabilecek Hilal kulübünde futbol oynamışlar. Fakat Bahattin Baydar’ın Hilal’deki futbolculuğu fazla uzun sürmemiş. Bunun sebebini şöyle açıklıyor: “Haydarpaşa Lisesinde okurken bir dakikayı boş geçirmezdim. Teneffüslerde pinpon oynardım. Öğleyin sahada maç yapardık. Terli terli sınıflara giriyoruz. 10. sınıftayken akciğerlerimden bir rahatsızlık geçirdim. O yüzden büyük biraderim top oynamama müsaade etmiyordu. Hilal kulübünde sadece bir sene oynadım.”

Bir zamanlar İstanbul Liginde mücadele eden kadim Hilal kulübünden sonra kendini Beşiktaş’ta bulmuş Bahattin Baydar. Bunun hikâyesi de şöyle: “Fenerbahçe stadının o eski ahşap tribünlü olduğu yıllarda bir gün Fenerbahçe takımıyla bir maç yaptık. Gazetecilerden birisi beni orada görmüş. Daha sonra Emniyet takımında santrhaf oynayan Arap Celal vardı. O maçta onunla beraber oynamıştık. O gazeteci beni Sadri Usuoğlu’na tavsiye etmiş. İki üç gün sonra Usuoğlu’yla görüştüm.” Böylece 1956’da Beşiktaş genç takımına girmiş Bahattin Baydar. Takım arkadaşları arasında geleceğin Fenerbahçeli yıldızı Selim Soydan ve yine gelecek yıllarda teknik direktör olarak ünlenecek kaleci Tamer Kaptan varmış.

Genç takıma girdikten kısa bir süre sonra A takımda lig maçında forma giyme şansını yakalamış. Önce o yıllarda Beşiktaş’ta yöneticilik yapan gazeteci Orhan Vedat Sevinçli’nin Yeni Beşiktaş Karakartallar dergisinde yazdığı şu satırları okuyalım: “Bahattin bize 1956 senesinde Hilal takımından gelmişti. Efendi, sessiz bir çocuktu… Beşiktaş’ın parası yoktu. Takım o sene dördüncü olmuştu. Bir hamle yapmak için yeni elemanlara ihtiyaç vardı. O halde bu işe bedava tarafından başlamak lazımdı. Bahattin’i alıp doğru Mithatpaşa stadının yolunu tuttum. Kaptan soyunma odasındaydı. Bahattin’i takdim ettim: ‘Hakkı Ağabey bu genç eleman bizim genç takımdan. Sen gelecek seneki kadroyu yapıyorsun. Lütfen cebindeki listeye Bahattin’in de ismini yazıver.’ Her zamanki sert fakat samimiyet dolu bakışlarıyla Baba, Bahattin’i süzdü. ‘Ne oynar bu?’ ‘Sağ bek ağabey.’ Bahattin Hakkı ağabeyi ilk defa gördüğü için onun sert konuşmasından kulaklarına kadar kızarmıştı… İşinin olmasından memnun bir eda ile yanından ayrıldı.”

Bahattin Baydar da 1957-58 sezonunda A takımda oynadığı ilk maçı şöyle anlatıyor: “1957’de profesyonel oldum. O zaman profesyonel maçlardan önce genç takımlar maç yapıyordu. Genç takımla üç maça çıktım. O sırada profesyonel takımda eksikler vardı. Vefa maçında sağ bek olarak A takıma girdim. O gün karşımda Bülent Esel oynuyordu. Camız Bülent derlerdi, güçlü kuvvetli bir oyuncuydu. Ben daha genç ve çelimsizdim. Santrhaf mevkiinde de Ahmet Berman oynadı. Esas yeri orası değildi ama o gün santrhaf olarak oynadı. O gün 3-2 yenildik. O maçtan sonra direkt olarak oynamaya başladım. Hem ileri hem geri oynayabilen bir defans oyuncusu olarak görev yapıyordum. Özellikle ters kademe anlayışım iyiydi. Sonraki yıllarda ben sağ bek Münir sol bek olarak kaleci Necmi’yle gayet güzel bir uyum sağlamıştık.”

Günümüzde özellikle büyük kulüplerde oynayan futbolcuların bir nevi yarı tanrı muamelesi gördüğü hepimizin malumu. Maçlara kulüp otobüsüyle gelip gidiyorlar ve taraftarla temasları asgari düzeye inmiş durumda. Bahattin Baydar’ın aşağıda anlattıkları geçmişte bu durumun ne kadar farklı olduğunu ortaya koyuyor: “Erenköy’den Bağdat Caddesine kadar yürürdüm. Oradan bir dolmuşa binip Kadıköy, oradan bir dolmuş Üsküdar, oradan motora binip Beşiktaş’a geçiyorum, oradan Şeref Stadına kadar yürüyorum. Bir yıl Kızılyıldız ile özel bir maç yaptık. O zamanlar müthiş bir takımdı. Sol iç Sekulariç çok hızlı bir adamdı. Çok meşhurdu o zamanlar. Santrfor Kostiç, kalede Beara gibi çok iyi isimler vardı. Benim önümde Kostiç oynuyor, 1.94 boyunda. Kafaya çıkıyorum, bayağı aşağıda kalıyorum ama erken düşüyorum, hemen süratli olduğum için onun kafayla aşırdığı topu süpürüyorum. Sabah 8’de sahanın zemini kırağı dolmuş ve buz tutmuş. Düştükçe perişan oluyoruz. Maçtan sonra Üsküdar’a geçmek için motora binecektim. Bir kız geldi, ‘Amca bu Üsküdar’a mı gidiyor?’ diye sordu. Halbuki yaşım o zaman daha 17-18. Neden öyle dedi? Çünkü maçtan sonra perişan vaziyetteyim. Yorgunum, çökmüşüm. Beni o halde görünce yaşlı zannetmiş. Maçlara ve idmanlara hep kendi imkânlarımızla giderdik. 1960’da şampiyon olduktan sonra bir skuter almıştım kendime. Onunla arabalı vapura binip Kabataş’a geçiyordum. Yine aynı yoldan eve dönüyordum.”

Bahattin Baydar’ın unutamadığı anılardan biri Kasım 1958’de Real Madrid ile oynadıkları Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası maçlarıydı: “Real Madrid ile İspanya’da oynanan maçta yedek kulübesindeydim. Maçtan evvel mağazaları filan dolaşıyorduk. Nereye girersek herkes elinin beş parmağını gösteriyordu. Neyse iki golle kurtardık. Bernabeu Stadındaki atmosfer müthişti. Müthiş bir heyecanımız vardı. Real Madrid’in ismi o zaman giderken gözümüzde çok büyüktü. Stadın iki tarafı simetrikti. Haftaymda sahaya çıktık. Kendi kendime saha değiştirmedik, hâlâ aynı yarı sahada oynuyoruz diyorum. Simetri o kadar iyi ki kale değiştirdiğimiz belli olmuyor. Döndüğümüzde havaalanında sanki maçı kazanmışız gibi herkes bizi omuzlarına aldı. Maçı radyodan anlatan Sulhi Garan’ın da bunda büyük payı olmuş. Fakat maç hakikaten çok başa baş geçmişti. Gento sol taraftan çizginin dışına çıkıyor Kamil’i geçerken. Topu atıyor, çizginin dışına çıkıyor, sonra tekrar topu alıyor. Bir orta yapıyor yerden, Di Stefano vuruyor, Varol kurtarıyor. Real Madrid ne takımdı ama: Gento, Di Stefano, Puşkaş, Kopa. Gento’yu üç kişi karşılıyordu. Sofiyanidis, Faik ve en geride Kamil. Üçü de santra çizgisinden ileri gitmiyordu ama tutması mümkün değildi. Müthiş çabuk bir adamdı. Top onun ayağına geldiği zaman 120.000 seyirci ıslıkla tempo vermeye başlıyordu.”

Bahattin Baydar’ın Beşiktaş’ta futbol oynadığı yıllarda takım olarak en başarılı dönemi 1959-60 sezonunda yaşadılar. O sezon yirmi takımın mücadele ettiği Milli Ligde, Macar antrenör Kutik yönetiminde Fenerbahçe’nin beş puan önünde (galibiyete 2 puan verilen sistem vardı) şampiyon oldular. Bizce bunda en büyük pay kaleci Necmi Mutlu, sağ bek Bahattin Baydar ve sol bek Münir Altay’ın çok başarılı bir savunma hattı oluşturmasıydı. Nitekim bu savunma otuz sekiz maçta sadece on beş gol yemiş, yirmi beş maçı gol yemeden tamamlamıştı. Forvet hattına o yıl katılan Şenol, Birol ve Arif’le ortaya çıkan iyi kadro ligin ilk otuz bir maçında yenilmemiş ve sezonu sadece iki mağlubiyetle kapatmıştı.

1965-1966 sezonunda 1. Lig 14. sü olan kadromuz. Soldan sağa, Ayaktakiler: Bahattin Baydar, Yalçın Saner, Salih Kanmaz, Mete Bozkurt, Yıldırım İper, Güngör Tetik. Oturanlar: Nedim Güven, Mustafa Bozkurt, Kosta Kasapoğlu, Yılmaz Şen, Haluk Erdemoğlu.

Ne var ki bu başarının keyfini fazla yaşayamamış Bahattin Baydar. O sezonun bitimine doğru iş başına gelen askeri yönetimin aldığı karar birçok sporcu gibi onu da etkilemiş ve futbol hayatına en verimli döneminde uzun bir ara vermiş: “27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra askerliğini yapmamış bütün futbolcular askere alındı ve o süre boyunca kulüplerinde oynamaları yasaklandı. Ben o sırada Beşiktaş’ta direkt oynuyordum. Askeri idare gelince herkesi askere göndermeye başladılar. O zaman yedek subay öğretmenlik getirildi. Ben Adıyaman’ın bir köyünde yedek subay öğretmenlik yaptım. Bir barakanın içinde beş sınıf birden vardı. Birinci sınıf öğrencileri için tahtaya A, B yazıyordum. İkinci sınıfa kitaptan bir yer gösterip şurayı okuyun diyordum. Üçüncü sınıfa toplama, çıkarma, dördüncü ve beşinci sınıflara farklı dersler gösteriyordum. Kırk beş dakikalık derste hepsini aynı anda yapıyordum. Topraktan yapılmış damı vardı barakanın. Küçük bir tahta vardı, tebeşirle oraya yazardım. Çocuklar oturmak için evden küçük rahle gibi bir şey getirirler, giderken de götürürlerdi.”

“İstanbul’a izne gelmiştim. Dönüşte trenle Gölbaşı’na geldim. Oradan Adıyaman’a geçtim. Köye giden vasıta yoktu. Oradan bir katır kiraladım. İki tane bavulum vardı, heybesine bavulları koydum. Tek başıma köyün yolunu tuttum. Yolda şiddetli bir yağmura yakalandım. Bir rampa çıkarken katır bir hamle yaptı. Bavullarla beraber arka üstü düşmek üzereyken sporcu olduğum için hemen atladım. Bavulları tekrar yükleyinceye kadar canım çıktı. Kan ter içinde kaldım, hava soğuk. Hastalandım, ateşim çıktı. Kar yağıyor. Bir önceki köye mecburen girdim. Köylüler beni misafir ettiler. Yanıma bir adam verdiler tekrar Adıyaman’a döndüm. Orada üç-dört gün yattım. Gaziantep’teki maarif müdürlüğüne müracaat ettim. Orada hastaneye sevk edildim. Dört-beş gün hastanede yattım. Akciğerde bir şiş oluştu. Enjeksiyonla çekip aldılar. Bir on gün daha yattım. İğneler filan yapıldı. Üç ay rapor verdiler, İstanbul’a geldim. Son bir ayı içinde Beşiktaş’la idmanlara çıkmaya başladım. Hatta Sandro Puppo beni bir Beykoz maçında oynattı. Sonra tekrar görev yaptığım köye döndüm.”

“Köyün hemen sırtında yüksek bir tepe vardı. Oraya çıkardım. Küçücük bir transistörlü radyom vardı. Aşağıda çekmezdi radyo. Beşiktaş’ın maçı olduğu zaman dağın tepesine çıkardım. Orada biraz çekerdi. Radyoyu kulağıma koyup Beşiktaş’ın maçını dinlerdim. Kondisyon çalışmalarına devam ederdim orada. Amcamın oğlu İstanbulsporlu Kel İhsan da benim köye aşağı yukarı bir günlük mesafede bir köyde görev yapıyordu. O devirde o bir günlük mesafeyi yürüyüp dağ bayır aşarak onu ziyarete gittim. O üç aylık rapor yüzünden görev sürem uzamıştı. Üçüncü sezon da askerde geçince Beşiktaş’taki yerimi kaybettim. En iyi zamanım askerde geçti. 1963’te askerden dönünce İhsan’ın vasıtasıyla İstanbulspor’da oynamaya başladım.”

“İstanbulspor’da iyi bir arkadaşlık ortamı vardı. Fakat farklı sahalarda çalışmak zorunda kalıyorduk. Geldiğim ilk sene idmanları Beylerbeyi’nde yapıyorduk. İkinci sene Eyüp sahasında yapmaya başladık. Kadıköy’den vapurla Karaköy’e geçiyordum, oradan otobüsle Eyüp’e gidiyordum. İkinci lige düştüğümüz sezon (1966-67) Ankara’da oynadığımız Hacettepe maçından sonra eve geldiğim anı hiç unutmam. Tam bahçenin kapısından girdim, baktım evde bir matem havası var. Babam vefat etmiş. O sezon son maçı İstanbul’da Karşıyaka ile oynadık. Kazansak ligde kalacağız, berabere kaldık ve Karşıyaka’yla birlikte küme düştük. Aslında düşmememiz gereken iyi bir kadromuz vardı. Fakat düzenli olarak çalışacağımız bir sahamız bulunmayışının büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.”
“1968’den sonra İstanbulspor’da antrenör olarak göreve devam ettim ve rahmetli Ziya Taner’in yardımcılığını yaptım. Ben oynarken son sene Ziya Taner, başkan Ali Sohtorik’le konuşmuş ve ‘Bahattin’i yardımcım yapalım,’ demiş. Beni hemen antrenör kursuna gönderdiler. Onunla iki sene çalıştık. O gittikten sonra kısa bir dönem Basri Dirimlili’yle çalıştık. Daha sonra Arap Güngör diye bilinen Güngör Tetik’le birlikte takımı iki buçuk – üç sene biz idare ettik. Bir dönem İstanbulspor çok iyi bir takımdı. Bir sezon Fener’i, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı yenmiştik. Hatta Galatasaray’ı 3-0 yendiğimiz maç müthiş bir maçtı.”

“1983’e kadar İstanbulspor’da görev yaptım. Daha sonra Beşiktaş altyapısında görev aldım. Eski takım arkadaşlarımızla hep beraber toplanıyorduk. 1986’da Beşiktaşlı Eski Sporcular Derneğini kurduk. Süleyman Abi 1 numara, Nazmi Bilge 2 numaralı üyeydi; ben de 3 numaraydım. Süleyman Abi kulüpte bize bir oda vermişti. İngilizce bilmem ve A sınıfı teknik adam diplomam olması dolayısıyla Gordon Milne’in yardımcısı olarak görevlendirildim. Gordon Milne 1986’da İngiltere’den geldiği sırada ben takımı alıp Abant’a götürdüm. Ben bütün organizasyonu yapıp takımı kampa yerleştirdim ve iki üç gün çalıştırdım. Yöneticimiz Şan Öktem de arabayla kampa gelirken kaza geçirip hayatını kaybetti. Sadece antrenörlük değil organizasyonu da üstleniyordum. Sporcularla teknik direktör arasındaki iletişimi sağlıyordum. Gordon ilk iki sezonunda şampiyon yapamasa da, Süleyman Abi sporculuktan geldiği için takımdaki olumlu gidişatı görüyordu. Başkası olsa Gordon’u çoktan gönderirdi. Gordon’la fevkalade sıcak ilişkimiz hâlâ devam ediyor. Sık sık telefonla görüşüyoruz. Buraya geldiği zaman birlikte Marmaris’e gideriz. Denizde yüzmeyi çok sever.”

Gordon Milne ile yaklaşık yedi sezon boyunca birlikte çalışan Bahattin Baydar, bu süre içinde başta üç Türkiye Ligi ve bir Türkiye Kupası olmak üzere bir düzineden fazla kupanın kazanılmasında pay sahibi oldu. Milne ayrıldıktan sonra gelen Christoph Daum döneminde de görevini sürdürdü. Halen Beşiktaş kulübünün futbol öz kaynak düzeni idari menajeri olarak hizmet vermeye devam ediyor.

31 Mayıs 2015 Pazar
Dinyakos

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir