Stat: Mithatpaşa
Hakem: Josef Lesmo -(İtalya), İbrahim Mentor, Sedat Özselçuk
Fenerbahçe: Özcan, Basri, Akgün, Avni, Nedim, Şeref, Osman, Can, Lefter, Gürcan, Yüksel
İstanbulspor: Sabih Sünter, Enver Özdemir, Erdoğan Tokol, Kenan Buharalı, Güngör Okay, Güngör Tetik, Yüksel Gözüpek, Nazım Çamlıbel, İbrahim Toker, Ali Beratlıgil, Aydemir Nemli
Goller: Dk. 11 Avni, Dk. 23 Can, Dk. 62 Lefter (Fenerbahçe)
Seyirci ve Hasılat: 18.820 kişi, 54.181 lira
Stad hoparlöründe takımlar okundu… Tribünlerde tek tük alkış sesi… Takımlar sahaya çıkıyor, tribünlerde alışılmış heyecan yok… Fenerbahçe’nin şimdi Avrupa gazetelerinde kendisinden bahsedilen o fanatik seyircisinde bir durgunluk, bir alâkasızlık var nedense…
Üç gün evvel bir «büyük maç» kazanmış ve bugün zorlu bir lig maçı yapacak olan Fenerbahçe’yi seyircisi böyle mi karşılardı? Üstelik bir hafta sonra da diyarı gurbete yolcu edilecekti bu takım…
Fakat futbolcular dakikalar geçtikçe seyirciye de hakim olacaklar ve maç sonunda tribünlerde gene bayram havası estireceklerdi. Son dakikada Lefter sağaçık yerine kayıp orada nefis bir çalım attıktan sonra, o harikulâde güzel şutunu çıkartınca, top üst direkte bir kaç defa topladıktan sonra dışarı çıkarken tribünlerin hali görülecek şeydi…
Hele ilk devrenin son dakikasında Kenan’ın sert bir ayak koyuşu ile ayağından sakatlanan Can’ın ikinci devrenin yedinci dakikasında topallayarak sahaya girişi… İşte tribünün ayağa kalkması bu demekti.
İyi takım: Fenerbahçe
Dün Fenerbahçe işe neresinden bakılırsa bakılsın iyi bir futbol lakımı intibası veriyordu. Son zamanlarda görülmemiş bir büyük meziyete de sahiptiler: Avrupalı bir futbol oynuyorlardı. Ve başta Lefter geliyordu. O, topu ayağında tutup eze eze neticeye gitmek sevdası içinde bir «şarklı» değildi dün… En çabuk ve en iyi pasları arkadaşlarına dağıtıyor ve çalımı yalnız ihtiyaç hissettiği zaman yapıyordu. Bilhassa maçın son yarım saatinde tek kelime ile fevkalâde idi. Sadece bu yarım saat içinde kaleye attığı oldukça güzel şutların adedi bile on rakamının üstünde idi. Sakat olduğu için solaçıkta adeta «bekleyen» Can’dan bile istifade etmesini biliyor ve o cin gibi zeki arkadaşının sakat ayağı ile bile ne mükemmel paslar yuvarlayacağını hesap ederek onu âdeta oyuna sokuyordu. Topu alıyor, sıyrılıyor Can’a yuvarlıyor ve bir fişek gibi deplase olarak Can’ı hiç koşturmadan kendisinden nefis paslar alıyordu. Lefter dün, mükemmel bir futbol oynuyor ve arkadaşlarını da oynatmasını biliyordu. Şeref ve Yüksel, Lefter’den aldıkları paslan dün hiç ezmediler. ve Lefter, çok zaman olduğu gibi bu iki genç arkadaşına hiç – ama hiç – sinirlenmedi.
Çünkü sinirlenecek şeyler yapmamışlardı. Gürcan ise, Nice’te oynayacağı oyunun icabı geri çalışıyordu. ve gene her zamanki gibi «iyi pasör» dü.
Naci’siz müdafaa: İki yıldız
Son haftaların devamlı «üç yıldızlık adamı» Naci dün oynamadı. Ama ne santrhaf Osman aksıyor ne de biri alabildiğine serin kanlı, diğeri ateşli – iki yan haf tereddüt ediyorlardı. Bu haf hattı başarılı idi. Ve geride Basri ile Nedim «iyi» iki bektiler. Uzun zamandan beri sağbekte görmediğimiz Nedim çabuk, çevik, bilgili ve becerikli idi.
Çetin ceviz: İstanbulspor
Kalecisinden solaçığına kadar İstanbulspor, bilinen İstanbulspor gibiydi yalnız, forvet hattından elbette daha fazla şeyler bekliyorduk. Mesela Aydemir ve İbrahim herhalde dünkünden daha iyi bir maç çıkartmalıydılar. Mesela Yüksel herhalde Nedimle uğraşmaktansa başka şeyler yapmalıydı.
Maça, B. Aliyi geri alıp çift santrhafla başlayan sarı – siyahlılar, Fenerbahçe hücumları «fevkalâdeleşinceye» kadar müdafaada iyi idiler. Ama bir an geldi ki bu hücumlar dayanılmaz oldu… Bununla beraber Fenerbahçe’nin attığı üç gol de müdafaaya az hata yükleyecek gollerdi. Hülâsa İstanbulspor dün daha iyi olabilirdi ama, gene de dakikalar geçtikçe coşan bir Fenerbahçe’ye ezilmedi.
Ve bir hakem ki…
Maçı bir İtalyan hakem idare etti. «idare etti», işte o kadar… İlk dakikalarda her vucut temasında düdüğünü çalıveriyor ve iki takıma da futbol oynatmıyordu. Fakat tesadüfler yardım ettiği için maçın neticesine tesir edecek bir hata yapmadı. Ancak… ilk devrenin biteceği sıralarda can sakatlanıp sahayı terk ettikten sonra yeniden oyuna başlatırken görülmemiş bir şey yaptı. Sabih degajını yaptıktan sonra oyunu durdurmuştu. Oyuna topun en son bulunduğu noktadan hakem atışı yaparak başlatması lazımken Sabihin degajını tekrar ettirdi. Hiçbir pozisyonda avantaj diye bir şey düşünmüyordu. Bu hakem Türkiye’de resmi bir lig, maçı idare edecek kadar «futbol bilgisine» sahip değildi. Ama şüphesiz hüsnüyeti vardı.
Üç güzel gol: Tatlının kreması
Fenerbahçe’nin golleri, doyurucu oyunun kreması oldu. birincisini on birinci dakikada Avni yaptı: ceza sahası dışında yakaladığı topla, olduğu yerde durdu. Döndü. ve kalenin Sabihe nazaran sağ üst köşesine topu yerleştiriverdi. Şut o kadar ani ve sertti ki Sabihin bu topu karşılaması ancak tesadüf olurdu.
İkinci gol ise Lefterle Can’ın başlı başına bir futbol gösterisi idi: yirmi üçüncü dakikada Lefter sağdan kaymış ve iki kişinin arasından sıyrılarak ortasını yapmıştı, kale ağzında topu Güngör kafa ile karşıladı. Ters bir falso alıp minâre boyu yükselen topu yalnız Can takip edebildi. Her iki takımın bütün oyuncuları bakarken o topun altına girdi. Poz verir gibi hazırlandı ve… öyle bir sol çaktı ki…
İkinci devrenin 11 nci dakikası oynanırken Lefter kendisinden beklenen golü de attı… Bütün vasıflarıyla sahada alabildiğine büyüyen Lefter her pozisyonda bir şeyler yapacak gibiydi. Nihayet eserini işte bu dakikada verdi. Gürcan’ın sağdan yaptığı ortayı ceza sahalının çok dışında yakaladı ve volesini yapıştırdı. Yo… yo.. Sabih bugün hakikaten şanssız sayılmalıydı, çünkü bu defa da tam tat üst köşesini bulan topa yetişmesine hemen hemen imkân yoktu.